bugün
yenile

    bir fotoğrafa ne kadar uzun bakılabilecekse o kadar uzun baktım

    22
    +
    -entiri.verilen_downvote
    t: yürek sıcaklığında pişirilerek servise sunulan içli yakarış.. hemen hemen her dilin imla literatüründe yer alan geçmiş, gelecek, geniş ve şimdiki zaman kavramlarını ele alan, ve aslında "şimdiki zaman" diye bir şeyin olmadığına dair bir teori vardır. der ki; şimdiki zaman diye bir şey yoktur.. ve bunu şöyle izah eder; elinizde bir kalem tuttuğunuzda, o kaleme şimdiki zaman kavramı çerçevesinde şahit olmanız için, önce şimdiki zamanın en küçük birimine, yani var olan en kısa zaman aralığı olan planck zamanı'na erişmelisiniz. kısacası; o görüntüye o "an" içerisinde şahit olmalısınız. bu da; duyu organlarınızın -en az- ışık hızında hareket etmesi ve planck zaman içerisinde yakalanan anı beyninize anında ulaştırması demek. ki aynı ışık hızına beynin algı sisteminde de sahip olmalısınız.. bu da doğal olarak imkansız olacağından, "şimdiki zaman diye bir şey yoktur. sadece geçmiş ve gelecek zaman vardır." der. işte bu yüzden her fotoğraf özeldir. çünkü her fotoğraf anı yakalar. fotoğrafları algılamamız için belirli bir zaman aralığında ve hızda olmak gibi bir zorunluluğumuz yok. fotoğraflar şimdiki zamanı yakalar, insanlar şimdiki zamanı geçmiş zamanda algılar.. "kitaplar fotoğraflar gibidir. gerçeği yansıtsalar bile, o zamanki gerçeği yansıtırlar." - mehmet ali aybar bakınca içimin gittiği birkaç fotoğraf var, allah sayılarını arttırmasın.. ve içlerine bir yenisi daha eklendi yakın zamanda. hikayesi şu; haftalar önceki hangi gün olduğunu tam hatırlamadığım bir günde, gece 3-4 sularında içerisinin hava alması için yurttaki odamın camını açtım. kısa süre sonra yurdun civarındaki araziden sesler gelmeye başladı. bir şey var, acınası.. yardım çağırma gayesiyle yalvarırcasına ses yapıyor cılız sesiyle. ama ne olduğunu bilmiyoruz, her yer zifiri karanlık. o saatte de tüm kapılar kilitli, dışarı çıkıp bakamayız. aradan birkaç saat geçti, sabah oldu. kapılar açıldı. şiddetli yağmur yağıyor. apar topar dışarı çıkıp sesin olduğu tarafa gittik. kuzu gibi mazlum, bebek kadar masum bir yavru köpek bulduk. aldık, ıslak kirli vücudunu temizledik, besledik, mışıl mışıl uyuttuk. ilk gün akşama kadar da uyudu kerata; link adı ne olsun ne olsun derken, aramızdan birisi öylesine "obi wan kenobi!!" dedi. hoşumuza gitti, ama yavrucağıza köpeğin boyundan uzun isim koyulmaz diye kısaca "obi" dedik :d hem "obii.." diyerek sevmesi de güzel oluyordu. birkaç gün böyle geçti. bütün yurt bizim afacana hayran oldu haliyle. atatürk ileri görüşlülüğümle bu durumu tahmin ettiğimden, bulaşıklı canım ablama durumu anlatıp obi'yi onun himayesine aldırttım. ama obi'yi sakınma işini fazla abarttı, zaman zaman bana bile göstermiyordu yavrumu.. ama keyfi yerindeydi; link derken.. olanlar oldu... müdür diye bir avanak var burada. olayı duymuş, benimle de arası fazla limonidir. bu olaya istese göz yumabileceğini hepimiz biliyoruz. ama yurdun kuralları vs. diyerek obi'yi bizden uzaklaştırmak istedi. diyorum; bu hayvan tek başına sokakta yaşayabilecek yaşta değil henüz. ama adam nuh diyor, peygamber demiyor. amk müdürü. kuralları en çok kendisi ihlal eder. ama bize koz kullanmaya gelince gözü hiçbir şey görmez. hadi kuralı uyguladın, anlarım. ulan bari bir çıkar yol göster. konu sen-ben değil vicdanına çomak soktuğum. baktık bu iş olacak gibi değil. bize en yakın barınağa gittik, hiç değilse gözümüz arkada kalmasın diye. oraya da gitmez olaydık. görevli diyor "sizin gibiler sürekli böyle hayvanları getiriyor. biz bunlara bakmak zorunda mıyız?" inna sabirin.. barınak lan orası, barınak.. sen orada bütün gün çay-sigara yap diye değil orası. adamı gözümüz tutmadığından geri döndük. dedik bari güvenilir birisine sahiplendirelim. çevreye haber saldık, birkaç saat sonra da umduğumuz geri dönüşü bulduk. oda arkadaşımın sevdiği bir hocası obi'yi sahiplenmekten memnuniyet duyacağını söylemiş. başta sevindik. ama sonra biraz üzüldük. hocanın evi bize baya uzakmış. öyle her istediğimizde gidip obi'yi görme imkanımız olmayacaktı yani. obi yerine başka bir yavru köpek olsa bu kadar seveceğimi sanmıyorum. özel bir şey vardı bunda kendini sevdiren. şeytan tüyü olsa gerek.. öyle veya böyle, ertesi gün obi'yi hocaya teslim ettik. yapmak zorundaydık. onun iyiliği için en doğrusunu yaptığımızı biliyordum ama o son anda bile vermek istemedim onu. sanki içimden bir ses "verme, ya bir daha göremezsen? bırakma." dedi. ama verdim işte. aradan bir iki gün geçti. aklımız obi'de kaldığından hocaya ulaşıp, obi'ye dair fotoğraf istedik. attı, içimizi rahatlattı, hasretimi yatıştırdı. yatıştırdı yatıştırmasına da, özlemimiz hala had safhadaydı. ama şimdilik bu kadarı da yeterdi; link aradan zaman geçti. tadımızı kaçıran bir haber geldi obi'den. hoca obi'yi veterinere götürmüş kusma şikayetinden. testler yapmışlar, obi'nin bir hastalığı varmış. ara ara kötüleşip sonra biraz toparlıyormuş. ama gün geçtikçe durumu daha kritik bir hal alıyormuş. veterinerin demesine göre; obi'nin annesi de bu durumu fark ettiğinde, kardeşlerinin sağlığı için obi'yi terk etmiş. veterinere "bundan sonra ne olacak peki?" diye sorduğumuzda "çok geç kalmışız, bundan sonrası için yapabileceğimiz pek bir şey yok." dedi. o an kendimi nakavt olmuş boksör gibi hissettim. bir yandan hastalığı fark edemediğimize yanıyorum. diğer yandan obi'nin bunları en ufak dahi hak etmediği fikri içimi kemiriyor. öte yandan "ulan tam bir şeyleri yoluna koyduk, yine olmadı! yine olmadı!" isyanını yatıştırmaya çalışıyorum. bir şeyin olacak gibi olup olmaması her insan için ağır bir darbe. istersen muhammed ali clay ol, sana bile işler bu darbe. amına koyduğum dünyası. bok mu vardı lan!? istediğim başka bir şey olmasaydı da şu olsaydı ne olurdu? kendim için bir şey olsa sineme çekeyim de, niye bu, neden!? başlık diyor ya "bir fotoğrafa ne kadar uzun bakılabilecekse o kadar uzun baktım." diye. her insan bu fotoğrafların koleksiyonunu tutacak gerek albümünde, gerekse hafızasında. yaşadıkça da yenilerini ekleyecek. kim bilir, belki bir gün biz de birilerinin o fotoğraflarından biri olmaya nail oluruz.. obi'yi sahiplendirdiğimiz hoca tarafından çekilip bize yollanan, obi'nin son fotoğrafı; link "son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda.." diyor ya sezen, o hesap işte. seni çok özlüyorum küçüğüm..
    5önce senin yüreğinden sonra da müsaadenle obi'nin gözlerinden öperim. duymak ve inanmak istediğim bir şey var; eğer gerçekten cennet varsa obi'yle orada boğuşurkenki attığın kahkahalar mesela muhterem. ne diyeyim: "ölüm allah'ın emri de, şu ayrılık olmasaydı". - mavimajezik 28.05.2018 18:52:52 |#3577808
    ... diğer entiriler ...