bugün
yenile

    intihar

    8
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Fon.. Seçenek olarak "kazanıldığında" değerli bir olgu haline gelecektir. Hoş fikir. Eylem boyutundan ziyade fikirsel olarak intihar olgusunun cazibesine aşığım. içerisinde barındırdığı fikre tutkunum. Ne ölüme ne de yaşama; intihara duyduğum kadar büyük bir tutku duyamadığımı düşünüyorum bazen. intihar fikri üzerine her hangi bir insanla her gün saatlerce konuşsam doyamam sanırım ve kesinlikle her seferinde yeni bir boyuttan yaklaşarak konuşsam bitiremem. Burada da bir kaç açıdan intihar fikri üzerine bir iskelet oluşturacağım. Benim için kısmen de olsa özel bir olgu. Şimdi baktım bu başlığa pek bir şey yazmamışım. Gitmeden yazmak istiyorum biraz. Yine kafamda bir kaç temel başlık belirlediğim ama çok ama çok alakasız noktalara da sürükleneceğimden emin olduğum bir yazı olacak galiba. Sizce bir iş yerinde eşit pozisyonda çalışan insanlar arasında en mutlu olan çalışan hangisi olabilir? Bence en mutlu olan çalışan, mümkün olasılıklar içerisinde, çalışmak zorunda olmadığı halde orada olan insandır. Her hangi bir zorunluluğu olmadığı halde o işi yapabilen insan için o iş, iş olmaktan elbette çıkmıştır. Mutludur. En azından sürdürülebilir bir durumdadır. Diğerlerinin bu sürdürülebilir motivasyonu kazanması için başka sebepler üretmesi gerekmektedir. Oysa çalışmak zorunda olmadığını bilen insan için ekstra motivasyonlara ihtiyaç yoktur. Bak bu dünyadaki tüketim çılgınlığının altında yatan ironik sebeplerden bir tanesi de bence bu. Herkes çalışmak istediği için değil, çalışmak zorunda olduğu için çalışıyor. Bu ayrımı yapamadığı için insanlar "it gibi çalışarak kazandığı paraları hayvan gibi yaşayarak" harcıyor. Hayatlarındaki o ucuz gösterişler, hayvani dürtüler, adi şatafat yarışları falan hep bu yüzden. Kapitalizme bok atmak da anlamsız. Bu duruş insanlığın şüphesiz ortak mirasıdır. Şimdiye kadar işini severek yapan tanıdığım insanların neredeyse hepsinin son derece mütevazı bir yaşam standardı belirlediğine şahit oldum. En azından diğerlerine nazaran kafalarının daha açık olduğuna ikna oldum. Bak bu çok az seken bir tespit. "Neden çalışıyorum ki?" sorusuna adam akıllı bir cevap veremedikleri için içgüdüsel olarak hayvanlaşıyorlar. Aradığı tatmini bir şeyler üretirken ya da para kazanırken bulamayan insanlar harcarken bulmaya çalışıyor. Elbette ki bulamadıkları her anda biraz daha fazlasını deneyerek sınırı zorluyorlar. Bu yozlaşmış insan ve ucuz toplumsal paradigmalar bu şekilde inşa ediliyor. Şu dünyada herkes işini severek yapabiliyor olsaydı instagram diye bir şeye ihtiyaç duymayacaktık. Bunu nereden çıkardın dersen şöyle söyleyeyim; instagram gibi platformlar tek başına bile büyük bir tatmin aracıdır. Bunu gözlemlemek için alim olmaya gerek yok ve artık instagram paylaşımlarında bile dile getirilen bir durum eyvallah ama bu tespitin deneysel bir karşılığı da var. Facebook. Teknik olarak facebook tek başına instagramın sağladığı bütün imkanları ve hatta daha fazlasını sağlıyorken insanlar birden instagram'a akın etti. Neden sizce? instagramın sağladığı ama facebook'un sağlayamadığı tam olarak ne var ki? Pratikte aynı imkanları sağlıyordu facebook. Hem de daha fazla kullanıcıya ulaşma imkanı da vardı instagramın ilk yıllarına nazaran. Bu sorunun cevabı instagramda değil facebook'ta var. insanlar facebook'u tüketti. Aradıkları tatmini bir süre sonra karşılayamadılar, hepsi bu. Uyuşturucu bağımlıları her seferinde dozajı artırdığı halde totalde hep aynı tatmin düzeyine ulaşmaya çalışırlar. Daha fazla doz daha fazla tatmin demek değildir. insanın tatmin düzeyi sınırlıdır ama tatmin eşiği değişkenlik gösterir. Bu sebepten doz artırılır. Sonucu overdose'dur. "Facebook=>instagram" hikayesi de buna benzer. Facebook'un günahı insanlar tarafından tüketilmiş olması. Teknik bir açıklama yok. insanların 10 yıl içerisinde bir paylaşım platformundan benzer bir paylaşım platformuna kitlesel olarak kayması müthiş bir sosyal deney olabilir. Çünkü burada mantıklı bir açıklama elde etmek oldukça zor. işin psikolojik ve sosyolojik bir alt metni olduğu çok açık. Neyse bu konuyu pek deşmeye gerek yok. Ben konuya geri döneyim. intihar fikrini bütünüyle değerli buluyorum. Cinnet durumlarını bir kenarda bırakırsak üzerinde derin derin düşünülmüş intihar fikrini her zaman ciddiye almaya değer buluyorum. insanları bu yazıda "intihar edenler" ve "intihar etmeyenler" olarak ikiye ayırıyorum. intihar edenler ise bu metnin ana konusunu oluşturmuyor. Onları es geçiyorum. Benim asıl derdim intihar etmemiş olan insanlarla. Henüz intihar etmemiş insanları da ikiye ayırabiliriz. intihar etme gereği görmeyen, bu konuda kafa patlatmamış(içgüdüsel davranan) ya da kafa patlattığı halde bunun yaşamı için gerekli olmadığına hatta sakıncalı olduğuna karar vermiş insanlar ve intihar fikri etrafında dolanmış ama bir şekilde intihar etmemiş/edememiş insanlar. işte asıl ilgi alanım tam da burası benim: intihar fikri etrafında dolanıp intihar etmemiş/edememiş insanlar. Bu son başlık benim olduğum ve olmak istediğim durumları oluşturuyor. Ben intihar edebilecek bir insan değilim. Bakın çok ciddiyim. intihar üzerine ergen edebiyatından bahsetmiyorum ben. Ciddi bir fikirsel çatışmadan bahsediyorum. Yoksa ben de biliyorum intihar etmek ya da etmemek üzerine havalı aforizmalar atmasını. Çok kere de yapmışımdır muhtemelen. Ancak fikri olarak intihar, ucuz edebiyata meze olamayacak kadar güçlü bir fikir. Bunun da yadsınmasını istemiyorum. Bazı geceler intihar edemeyecek kadar cesaretsiz bir insan olduğum için kendimden utanarak giriyorum yatağıma. içeride ses çıkaran kimi birkaç milyon hücre, kafamda yasak düşünceler yok diye suratıma tükürüyor. Sırf onların hakaretlerini işitmeyeyim diye sessiz bir ortamda uyumayalı yıllar oldu. Bilincimin bir kısmı olduğum halden utanıyor diye huzurlu bir uykuya hasret kaldım. Huzursuzum. Bu arada ben burada intihar övücülüğü yapmıyorum. Bu farkı da belirtmem lazım. Hatta biraz detaylandırırsam; bulunduğum hal itibariyle intihar etmenin yanlış olduğunu, gerekli olmadığını düşünüyorum. intihar fikri alabildiğine cezbedici olsa da bir insanın özellikle de inançlı bir insanın intihar etmemesi gerektiğine inanıyorum. Yani şu an bulunan "ben" gelecekte intihar edersem eğer o zamanki "ben"e aptal ya da fazla meraklı diyecektir muhtemelen. işte burası en önemli nokta ve en önemli soru. Ya asıl seçilecek olan seçeneğin intihar olduğu sonucuna varmış olsaydım? Beni asıl çileden çıkartan durum tam da burada başlıyor işte. Günün birinde intiharın en doğru seçenek olduğu fikriyle yüzleşmek zorunda kalırsam yapabileceğim çok bir şey kalmıyor. Ondan sonrası tamamen iki yüzlülük ve sıkışmışlık. intiharın doğru seçim olduğunu bilen ama buna cesaret edemeyen bir adam olacağım. Bu durum eyleme dönüşmemiş olsa da düşünsel olarak tam da öyle bir adam olduğumu itiraf ettim galiba. Bu çok üzücü. insanın intihar diye bir kozunun olmadığını biliyor olması çok üzücü. Başta "çalışmak zorunda olmadığı halde çalışan insan huzuru" örneğini vermemin tek sebebi, tam da şu son paragraflarda anlatarak ulaştığım çıkarımdı. Her fırsatta defalarca dile getirdim. iradem dışında bana dayatılan hemen her şeyden nefret ediyorum. intihar olgusuna karşı tek taraflı aşkımın sebebi bu dayatmaya karşı duruşun en keskin örneğini oluşturuyor olmasıdır. Gerçi insan psikolojisi tamamen dayatmaya yönelik işliyor. Toplumsal faşizm uygarlığın ve birey olarak insanın önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Kimsenin o kadar ciddiye almadığı bu olay kitlesel bir kanser aslında. Bunu kanıksamış olduğumuz için utanıyorum ben. Tarihin başından beridir bir insan, berisindeki insana kendi durumunu-normunu- dayatmakla uğraştı. Buna biraz da mecbur çünkü. Doğasında var. Çünkü bizde çok adi bir duygu var: "Onaylanma ihtiyacı" Bunu doyurmak için ya başkalarının da bizim gibi olmasını isteyerek onaylanmaya zorluyoruz ya da başkaları gibi olmak için çaba gösterip kendimizi zorlayarak yine onaylanma ihtiyacımızı gidermek istiyoruz. Bin yıl önce benzerinin gerçekleşmiş olduğundan kesin olarak emin olduğum bir mini hikaye uydurayım hatta bu duruma yönelik. (Ziraat bilgim sıfır, takılmayın örneğe) "Köyün birinde herkes tarlasını dik sürerken 2 arazi sahibi tarlalarını yatay sürmeye karar verir. Bu ikiliyi gören köy ahalisi onlar tarafından onaylanmayıp farklı bir yöntem izlendiğini fark edince bu onaylanma ihtiyaçlarını zedelememek adına bu iki çiftçiye bir çeşit mobbing uygularlar. Yeri gelir çaktırmadan dışlarlar, yeri gelir hasat alamayacaklarını iddia edip alaya alırlar. Aslında alenen toplumsal zorbalıktır yaptıkları. Tabii ki insan onaylanmadığı sürece kendisini yalnız hisseder. Farklı yöntem deneyen bu 2 çiftçiden biri bu yalnızlaştırma politikasına ve onaylanamıyor oluşuna dayanamaz ve onaylanmak için eskiye döner. Toplum durağanlığı onun üzerinde hakimiyet kurabilmiştir. Ancak hakimiyet kuramadığı diğer çiftçinin tarlası gelecek sene tüm köyden daha fazla hasat kaldırırsa işler değişir. En büyük onay mercii olan tanrı etkisini gösterirse onay tarafı değişir. Bu sefer de bütün köy onaylanmış olan tarafa akın eder. Burada dikkat edilmesi gereken asıl mesele kar elde etmekten ziyade onay almaktır. Toplumdan, töreden, hukuktan, tanrıdan, otoriteden. O zaman kimse hakim paradigma, ondan onay almak toplumsal açıdan hayati önem arz eder." Böyle bir hikayeni benzerinin yaşandığına neredeyse adım gibi eminim ben. Köylüleri niçin öldürmeliyiz şiirinde ne diyor şair; "Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe -bu verimi yüksek bir tohum bile olsa- sonuçlarını görmeden inanmazlar. Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur." Tam da bu! Dünyanın gelişimi, toplum örfünün umurunda bile değildir. Bin yıl önce toplum dediğimiz şey çok daha fiziki bir güruh idi. Şimdi ise işler çok daha fazla sarpa sarmış durumda. Çünkü dünya çok küçüldü, dijitalleşmeyle beraber insanlar arasındaki etkileşim çok daha sıcak bir hal aldı. Haliyle dünya kocaman bir kasabadan farksız hale geldi. Sanal zorbalıklar, mobbing, toplumsal linç kültürü, ötekileştirme ve tüm diğer safsatalar toplumun kendi dinamizmini ve gelenekselleşmiş kültlerini korumak adınadır. Adına toplum dediğimiz şey esasında tam da budur. Çünkü bütün dinamizmine rağmen birlikte yaşayabilmek adına müthiş bir güçle durağanlığı savunur. Toplum denen soyut kavramın sarsılmaz en büyük putu; statükodur! Bir şeyi yapmak zorunda olduğumu hissetmek bana delice bir şeymiş gibi geliyor. Düşünsel olarak bundan daha büyük ızdırap duyduğum bir şey var mı cidden emin değilim. Bu rahatsız edici his bazen öyle bir noktaya geliyor ki doğru olduğunu bildiğim şeyleri sırf yapmak zorunda olduğum hissinden dolayı yapmamayı tercih edebiliyorum. Çünkü bir yerlere hapsedilme hissine katlanamıyorum. Ara ara içgüdüsel olarak buna karşı durmaya zorluyorum kendimi. Buna "kaderi şaşırtmak" adını verdim. Teşebbüs başlığına da kader çizgisinde dalgalanma yaratmak üzerine bir yazı yazdım hatta. Okuyan oldu mu bilmiyorum. Ana fikri kısmen şunun üzerine kuruluydu: "insan bazen bazı şeyleri gerçekten isteyerek mi yapıyor yoksa yapmak zorunda olduğu için mi yapıyor asla anlamaz. Bunu anlayabilmek için zaman zaman teşebbüste bulunup hayatın doğal akışına karşı hamle yapması gerekir ki yaşadığını hissedebilsin." Yani yapmak zorunda olmak ve yapmak istemek arasındaki farka biraz takığım ben. intihar olgusu da bu konuda önemli bir turnusol benim için. Yaşamayı seviyorum diyemem belki ama yaşamam gerektiğine inanıyorum. Ancak şu kadar paragraflık bir yolculuktan sonra gelinen nokta şu; "yaşamam gerektiğine inanıyormuşsun, inanmıyormuşsun ne fark eder? Sen bu farkındalığı gerçekten kazandın mı yoksa bu farkındalığa bile bile kendini mi hapsettin hiçbir zaman bilemeyeceksin. Çünkü sen hiçbir zaman intihar edebilecek cesarete sahip olamadın. Tam da bu yüzden -intihar fikrini içselleştiremediğin için- geldiğin noktanın anlamlı bir değeri yok." Yazı oldukça dağınık ve çok katmanlı görünse de kafamda müthiş bir bütünlük barındırıyor şu an. Yeterince yansıtabildim mi bilmiyorum bu yüzden arada altını çizme zorunluluğu hissediyorum. Başlarken intihar için; eyleminden ziyade fikirsel olarak aşığım, içerisinde barındırdığı fikre tutkunum derken tam da bundan bahsediyordum. intihar fikrini kişisel olarak içselleştirebiliyor olmak benim için bu kadar önemli. Kişinin öz farkındalıkta geldiği noktanın anlamını ve gücünü belirliyor. Bunu bilmek insana güç verir. Mesela tanrıya inanmıyor olsaydım kesinlikle intihar ederdim, intihar etmiyorsam allah'a olan inancımdan dolayı etmiyorum diye çıkışan insanları pek anlamıyorum. Bu biraz hüsn-ü kuruntu gibi kalıyor çünkü. Ateist olduğu için intihar eden insanlar yok mu? Elbette var. Ama bir inançlının inancımı kaybetseydim intihar ederdim diyebilmesi için her şeyden önce inancını kaybedip bunu deneyerek görmesi gerekir. Aksi halde intihar etmekten korktuğu için inancını "muhafaza" ediyor söylemi de aynı ölçüde doğruluk değeri taşırdı. Bu noktada bir kıyas anlamsız aslında. Felsefi bağlamda bir sistematiğe oturtuyor olmak bunu uygulayacağın anlamına gelmiyor. insan psikolojisi böyle çalışmaz. inancını kaybetmeden bu durumu test edemezsin. Nedeni de işte şimdiye kadar anlatmaya çalıştığım sebeplerden ötürü. Bazı şeylerin tetikleyici unsurunun ne olduğu test etmeden bilinemez. intihar edemediği için intihar etmemenin ya da intiharı anlamsız buluyormuş gibi yapmanın yanında intihar etme iradesi ve cesareti kesin bir şekilde olduğu halde intihar etmemiş olmak, buna karşı bir irade ortaya koyabilmiş olmak tarifsiz bir duygu. işte en yakın özgürlük tanımı burada. Gerçek güç burada. Ortaya çıkmış gerçek benlik tam da burada. Dilediğin anda fişi çekebilecek olduğunu bilmenin getirdiği tarifsiz huzur... Peki intihar fikri neden bu kadar önemlidir? Bunun için aslında teşebbüs yazısını okumak gerekiyor. Çünkü intihar olabilecek en büyük teşebbüs hamlesi. Doğal akışın karşısındaki en büyük silah. Tamam bu işin ölüm boyutu da var ancak ben hala yaşıyor olduğum için yaşama dair tarafından anlatıyorum. işin doğrusu intihar fikirsel durumun dışında eyleme dönük haliyle de oldukça enteresan bir tavırdır. Her şeyden önce şundan emin olabiliriz bir insanın intihar etmesi üzerine sayısız anlam yükleyebiliriz ama nihayetinde o intihara nasıl bir anlam yüklediğini o kişi ve tanrı dışında kimse bilemez. Bunun çok fazla yönü olabilir. intihara toplumsal bir durum olarak bakanlar olduğu gibi Albert Camus gibi işin esasen bireyden başlayan bir dalgalanma olduğunu da öne sürebiliriz. Camus'nun bana göre baş yapıt olabilecek kitabı sisifos söyleni'nde toplumsal sebepleri olan intiharın bile önce düşünmeyle başladığı örneklerine değinir. Hatta kendi deyimiyle felsefi intiharlardan bahseder ve bunlardan kimilerini taktir eder. Yeryüzünde varlık gösterebiliyor olmamızın en önemli sebeplerinden bir tanesi kesinlikle merak duygumuzdur. Biz yaşama dair tüm kazanımlarımızı merak duygusu ile karşılamış canlılarız. Ancak yaşama dair kazanımlarda şöyle bir nüans var; birileri merak ettiği sürece diğer insanlar bu merakın kazanımlarını elde edebilir. Biz insanlar deneyimlerimizi paylaşabiliriz. Bu noktada ölümün tam karşılığı şöyle oluyor; kapkaranlık! Ölenler kalanlarla deneyimlerini paylaşamaz. Kişinin yaşama sorduğu en büyük soru "ölüm nedir?" sorusudur. Bu bağlamda ise cevap arayışı intihardır dersek yanılmış olmayız. Ancak ölüm tamamen kişisel bir deneyimden öteye gidemeyen bir veri olduğu için de tarih boyunca gizemini korumaya devam etmiştir. Teorik olarak Nazım'ın da dediği gibi öleceğini bile bile yaşamak acayip bir durum olmanın yanı sıra güçlü bir merak barındırır. Örneğin; Newton yaşamı boyunca bilimsel alanda yaptığı çalışmalar için yaklaşık 1 milyon kelime yazmış olsa da ilahiyat alanında 3 milyondan fazla kelime yazmıştır. işin asıl ilginç tarafı ise ilahiyat alanındaki çalışmalarını genellikle yakın çevresi dışındaki insanlarla paylaşmamıştır bile. (Kaynak: Enis Doko - Dahi ve Dindar Isaac Newton) Bana kalırsa bu alandaki çalışmaların son derece kendine has çalışmalar olduğunun farkındaydı. Newton'u delicesine ilahiyat alınına yönlendiren motivasyonunu dönemin din adamları otoritesi ve kilise kültürüne bağlayamayız zira Newton'un sıra dışı bir gayreti olduğundan eminiz. Newton'u doğa bilimlerine yönlendiren merak duygusu neyse ilahiyata yönlendiren şey de ölüme duyduğu merak da odur. intihar bir kaçış olabilir. intihar bir trajedi olabilir. intihar bir kabulleniş olabilir. intihar bir duruş olabilir. intihar bir isyan olabilir. intihar bir reddediş olabilir. intihar bir soru olabilir. intihar son derece soylu bir davranış ya da son derece adi bir kaçış olabilir. Bu ihtimallerin hepsi aynı anda hem var hem yok olabilir. Dediğim gibi bu kişi ile tanrı arasında bir hesaplaşmadan ibarettir. intihar etmediğiniz sürece de bu hesaplaşmadan haberdar olamasınız. Naçizane tavsiyem ise en kötü olasılıkta bile bütün soruların peşinde koşmadan son soruyu cevaplamaya çalışmayınız. Bu intiharın boyut atlatan yüzü. Oysa kavramsal olarak intihar fikrinin yaşama bakan yönü çok daha sofistikedir. Hayatın doğal akışı ile çetin bir mücadele içerisindeyiz. Bu mücadele aşamasında kartlarımızdan birisinin intihar olması o kartı kullanmasak bile oldukça özel bir durum bence. Hayata karşı bütün olasılıklar içerisinde kişinin intihar adında bir kozunun bulunması bile oldukça hoş bir detaydır. Var olmak suç mudur, ceza mıdır, lütuf mudur bunu ben bilemem. Hatta bence kimsenin bildiğini iddia edemeyeceği bir durum. Zaten Allah bana sorsaydı yaratılmamış olmayı dilerdim gibi cümleleri de anlamsız bulurum. Çünkü var olmak demek her şeyden önce yokluk bilincinin olmaması demek. Hiçliğin ya da yokluğun(hangisi doğru tabir bilemiyorum) ne olduğuna dair en ufak bir fikrimiz bile yok. Çünkü an içerisinde varız ve vardan öncesinden haberdar değiliz. Bu durumda varoluşumuz ile yokluğumuzu kıyaslayabilmemiz pek mümkün değil çünkü var olduğumuz andaki bilincimiz yokluğumuz anında olmayacak. Yani en azından böyle bir ihtimalde bilincin de yok olduğunu umuyorum. Ama bir gerçek var değil mi? Varız. Özgür iradenin pusulasını şaşırdığı anlardan bir tanesi. Yoktuk, irademiz de yoktu ve var olduk. Bu saatten sonra yapılacak asıl şey öncesinden ziyade sonrasını ilgilendirmelidir. Var olmak varoluş için tek başına gerek ve yeter şarttır. Ortada bir oyun var ve o oyuna bir şekilde itilmişsin. Bu oyunda etik gayri etik bütün silahlar legal ancak her silahın da bir bedeli var. intihar fikri de ölüm boyutu ve yaşama bakan boyutuyla iki yönlü bütünsel bir silah ve namlusunun kime doğrultulacağı o silahı nasıl kullanacağına bağlı. Burada bir saattir anlattığım üzere intihar fikrini içselleştirmiş olmak ve ona karşı irade gösterebiliyor olmak çok ama çok ciddi bir kazanımdır. Özgür irade ile kaderin hesaplaştığı bir andır. intihar fikrini ciddi manada yaşama dönük ölçekte içselleştirmek kritik bir nokta. Ne bileyim... Her sabah uyandığımda beni evden çıkartan şeyin hayvani bir içgüdüden öte bir şey olduğunu bilmek... intihar fikrine direnecek kadar güçlü bir varoluş özü olduğunu bilebiliyor olmak beni bugün olduğumdan daha güçlü hissettirir. 14.05.2018 Exit to Music...
    ... diğer entiriler ...