bugün
yenile

    theseus'un gemisi

    11
    +
    -entiri.verilen_downvote
    not: bu yazısı theseus'un gemisi paradoksuna değinmiş, bu paradokstan yola çıkarak anasının nikahına kadar konuyu dallandırıp budaklandırmış ve sonucunda umulmadık bir şekilde insanın kimlik problemi ile sonuçlanmıştır. halen şaşkınım. :) theseus'un gemisi antik yunan düşünürleri tarafınca anonim olarak uydurulmuş bir efsanenin felsefe paradoksuna dönüştürülmesiydi sanırım. ya da öyle bir şey. neyse detaylara takılmayalım. bu yazıda daha farklı şeylerden bahsetmek istiyorum. konunun kökeninin kelimesi kelimesine ne olduğu o kadar da mühim değil. ancak yine de efsanenin ana iskeletini anlatarak başlamak durumundayım. şimdi efendim kendileri zamanında çokça tartışılmış olan ve gelişen bilim, teknoloji ve hatta gelişen bilim kurgu dünyası ile tekrar tekrar konu edinilip tartışılması gereken felsefi bir problem ya da paradokstur. ki ben de bu yazıda bu paradoksu tartışacağım. bir sonuca varmak için değil doğrudan tartışmak ve beyin jimnastiği yapmak adına yapacağım. sanırım en çok soru cümlesi kullandığım yazılardan bir tanesi olacak. şöyle ki yunan mitolojisinde atina'lı bir savaşçı karakter vardır ismi theseus. efsaneye göre theseus gemisiyle yıllar yılı o cephe senin bu ada benim savaşmış durmuştur. gemi ile uzun yıllar savaşlara katılmış büyük zaferler elde etmiştir. bu detayları laf olsun diye anlatmıyorum geminin işlevi bi noktada önemli çünkü. derken aradan geçen zaman içerisinde theseus artık mücadelesini bitirir ve büyük zaferlerle birlikte gemisi atina'ya giriş yapar. ardından geminin ve theseus'un şanlı zaferleri adına bu savaş gemisi atina büyük şehir belediyesine bağışlanır. belediye başkanı olan angutuyannis de -ki kendisi melih gökçek'in dedelerindendir- bu savaş gemisini şanlı mazisi adına şehrin bir yerine anıt mahiyetinde diker. çünkü geminin insanlar tarafından anlamlı bir mazisi vardır gemiye bir sembolizm atfedilmiştir. theseus'un gemisi tarihi zaferlerin simgesidir. zaman ilerledikçe haliyle geminin bazı parçaları da eskimeye ve paslanmaya başlamıştır. bu nedenle de başlarda bir iki çivi, bir kaç tahta parçası değiştirilirken aradan geçen zamanda iş öyle bir hal alır ki geminin değiştirilmemiş tek bir parçası dahi kalmaz. theseus'un gemisi orada hala duruyordur ama aslında bütün parçaları da peyderpey değiştirilmiştir. soru şu ki; belediyenin anı olsun diye müzeye çevirdiği gemi gerçekte nedir? theseus'un gemisi midir yoksa bambaşka bir gemi midir? şayet o gemi theseus'un gemisi değilse theseus'un gemisi nerededir? düşünürler efsaneyi bir adım öteye taşırlar ve hikayeyi tekrar kurgularken değiştirilen parçaların biriktirildiği varsayımını ortaya atarlar. theseus'un gemisinin eskiyen parçaları sökülüp yerine yenisi eklendikçe eski parçalarını biriktirip başka bir limanda tekrardan birleştirirler. günün sonunda theseus'un gemisi diye dikilen gemi hala yerli yerince duruyordur ancak bütün parçaları zamanla yenileriyle değiştirilmiştir ve geminin eski parçalarından başka bir yerde tekrardan bir gemi yapılmıştır. şimdi bunlardan hangisi theseus'un gemisidir, hangisi yeni bir gemidir? ortada yeni bir gemi var mıdır ya da theseus'un gemisi namına her hangi bir şey kalmış mıdır? şimdi başta söylediğimiz gibi bu sorunun doğrudan bir cevabı yok. oturup da evet şöyledir ya da hayır bu böyledir diye bir şeyleri iddia etme uğraşına girmeye gerek yok. gerçek olan tek bir şey varsa da bu durumun bir problem olduğudur. nesneler nedir? insanlar kimdir? ben kimim? bu paradoksta ilk anda "olur mu canım artık theseus'un gemisi değildir" denilir. şayet geminin artık theseus'un gemisi olmadığını düşünmeye kalksak söyleyebileceğimiz ilk şey şu olacaktır: theseus'un gemisinin sadece tek bir çivisi değiştirilmiş olsaydı yine de geminin artık theseus'a ait gemi olmadığını iddia edebilecek miydik? tek bir çivi ile gemi yok olmuyorsa nereye kadar theseus'un gemisi varlığını sürdürebilecekti? ya da theseus'un gemisinin bütün parçaları değiştirilmiş olsa da hala oradaki gemi theseus'un şanlı savaş gemisidir diyebilirsek çıkartılan parçalardan inşa edilmiş diğer gemi bu durumda tam olarak nedir? bu böyle uzar gider. temelinde varlık sorunu ve kendi için varlığın anlamında büyük aksaklıklar barındırabilecek bir benlik problemine elbette dönüştürülebilir. örneğin prestige filminde böyle bir olay vardı hafızam beni yanıltmıyorsa eğer. sihirbazlardan bir tanesinin elinde klonlama makinesi vardı ve gösterisi için her seferinde kendisini klonluyor ve her seferinde klon olan kendisi önceki kendisini öldürüyordu. bu şekilde yüzlerce gösteri yapmıştı. amacı sihirbazlık gösterisinde insanları olabildiğince fazlaca şaşırtabilmekti. peki kendisini birebir klonlayan bir insan klonu tarafından öldürülürse hayatta kalan diğer kendisi tam olarak kimdir? filmin sonunda öldürülmüş yüzlerce klonu vardı adamın. bu kadar çok klonlandıktan sonra sihirbazın "ben" dediği şey tam olarak nedir? ortada ben diye bir şey kalmış mıdır yoksa hepsi birden benliğin kendisi midir? bu problem ile theseus'un gemisi paradoksu aslında aynı düzlemde hareket eden durumlardır. bilim kurgu için tekrar gündeme alınabilir dememin sebebi de biraz buydu. keza johnny depp'in transcendence filminde de benzer bir kimlik problemi göze çarpar. filmin ana karakteri ölümünden hemen sonra tüm anı, hafıza, bilinç sermayesiyle bir bilgisayara aktarılır ve bilinç denilen şey organik ve ölümlü olan insan bedeninden bilgisayar yazılımına taşınır. peki bu yazılımın ben olduğu fikri ne kadar gerçekçidir? ya da "ben" olmadığını iddia etmek için tam olarak hangi argümanlar kullanılabilir. sonuçta insanın insani kimliği dediğimiz şey bütünüyle bedensel organların dışında özgüllük kazandıran kafamızdaki 1 kg'lık et yığını değil midir? sonuçta kolu, bacağı, kulakları kesilen bir insanın benlik bilincinden hala bahsedebiliyoruz. bütün özgül sermayemiz, benlik ve bilinç dediğimiz şey 1 kg'lık et parçasının depoladığı ve kurguladığı anı, hafıza, bilgi ve sinirsel tüm organizasyonların tamamı değil midir? şayet böyleyse ölen bir insanın tüm bilgi sermayesi ve özgül sinirsel organizasyonları gelişen teknoloji ile bilgisayar yazılımına aktarılabilirse ölümsüzlüğü elde etmiş bir benlikten söz edemez miyiz? tıpkı transcendence filminde olduğu gibi... yazılımsal açıdan kusursuz derecede aynı kompleksliği kazanmış olan ama bir flashbellekten ibaret olan "ben" ile tamamen kemik ve et torbasından oluşan ancak flashbellek yerine kafatasında saklanan "ben" arasındaki bu keskin farkı tam olarak nasıl gösterebiliriz? hangi benliğimiz asıl benliğimizdir? asıl benlik dediğimiz şeye bu sıfatı yakıştırırken hangi gerekçeleri sunabiliriz? şimdi konuyu biraz da kurgu meselesine götürelim. konu dağılmıyor aksine bütünleşiyor sakin. örneğin araba üreten bir şirket düşünelim. ama bu şirket hem dünya çapında tanınan, bir kimliği olan bir şirket olsun hem de hikayemiz gereği tüm organizasyonu devasa bir binada yürütülen bir şirket olsun. bu şirket kendi yürütücü organlarıyla ve beyin takımıyla kendi kimliğini yansıtan özgül arabalarını üretmeye devam ederken mesela şirketin işçilerinden bir kısmını işten çıkartıp yerine yenilerini koyarsak ne olur? bu dünyadaki tüm şirketlerde her zaman olan bir şeydir ve şirketin kurumsal kimliği belirgin bir aksaklık göstermeden kendisini korur. ancak işçilerini değil beyin takımını, yönetici kadrosunun bir kısmını değiştirirsek ne olur? bu da görülebilen bir şeydir ve şirketin kurumsal kimliği kendisini korumaya devam eder. hatta bunun gerçek hayatta örneğini şu şekilde verebiliriz ki mercedes firmasının kurulduğu yıllarda bünyesinde bulunan hiç kimse artık o firmanın bünyesinde değildir. mercedes markasını var eden insanlar artık o firmada değillerdir. ancak mercedes firması bu mazisini sahiplenir ve kimliğini korumaya devam eder. mercedes hala mercedestir. kendisinden hiçbir eser kalmamış olsa bile... ancak devasa bir binaya sıkıştırdığımız bu kimliği olan şirketin tüm elemanlarını tek seferde tamaman devre dışı bırakır ve "olaydan ve kurumsal kimlikten habersiz insanları" birden bu şirkete dahil edersek onların ortaya çıkartacakları ürün artık eski şirketin kimliğinde olmayacaktır. bunun asıl sebebi insanların kurgu yaratabilme ve kurguya dahil olma beceresinden kaynaklıdır. bu sebeple mercedes firmasını var eden hiç kimse artık o firmanın bünyesinde olmadığı halde mercedes firması kurumsal kimliğini muhafaza edebilmiştir. çünkü firma bünyesine aldığı insanların kurguya dahil olabilme yeteneklerini kullanmalarına izin vermiştir. kendileri yerine gelecek olsalar bile... i̇nsanın kurgusal organizasyonları anlamlandırabilme yeteneği ile ilişkilidir bu durum. olayı kurumsal kimlikler ve organizasyonlardan çıkartıp biraz daha özele inelim şimdi. i̇nsanın kendisine. dünkü ben, şimdiki ben ve yarın olacak olan ben arasında farklar var mıdır? ya da bir saniye önceki ben ile bir saniye sonraki ben arasındaki farklar nelerdir? hepsi birbirinden farklı olan "ben"ler midir yoksa aslında hepsi ben miyimdir? aslında bu sorular tamamen soyut sorular gibi görülse de son derece somut veriler üzerinden geliştirilen theseus'un gemisi paradoksu ile aynı problemleri taşıyan sorular. tıpkı o geminin parçalarının değiştirilmesinde olduğu gibi her geçen saniye insan vücudunun parçaları da değiştiriliyor. yıllar içerisinde yenilenen trilyonlarca hücre ile insan organizması da bir yönüyle theseus'un gemisini andırır. hatta bazı istisnai özelleşmiş sinir hücreleri dışında sinir hücreleri bile yer yer yenilenir, ölür, yenisi üretilir. hatta gemiyle özdeşleştirdiğimiz bu insan organizması parça değişiminden de öte yeni parçalar, donanımlar, bilgiler de ekler. ama hala ben benliğini iddia etmeye devam eder. bu durumda gerçekten ben neredeyim? ben dediğim şey tam olarak nedir ve nerededir, nereye gider? aklıma Ali Poyrazoğlu'nun bir şiiri geldi. :) şiirin bir kısmı şöyledir; *** birden 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum. 40 yaşımın karşısına da, ben geçtim. yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. yatıştırayım dedim. -sen karışma moruk- dediler. büyük hır çıktı. komşular alttan üstten duvarlara vurdular. yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. evin de içine ettiler. bende kabahat. ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ... *** 40 yaşımdayken 20 yaşımdaki "ben"i tanıyamıyorsam 20 yaşımın benliği tam olarak nedir ve nereye gitmiştir? aslında 20 yaşımdaki benden eser kalmadığı halde 40 yaşımdaki "ben"i 20 yaşımdaki "ben"e borçlu olmam da oldukça ironiktir. theseus'un gemisi paradoksu aslında hayatın her alanında özelden geneline tamamında var olan acıklı bir paradokstur. ruh, bilinç, benlik gibi soyut kimlikler ile organizma gibi nesnesel somut varlıklar arasındaki bu çatışma ve bağdaşma zamanın başından beridir var olacaktır. gelelim bu yazının sonuç bölümüne. louvre müzesini çoğumuz biliriz. i̇çerisinde dünyaca ünlü mona lisa tablosunu da biliriz. tablonun sanatsal açıdan "dünya mirası" kimliği vardır. mona lisa tablosu denildiği zaman zihinlerde beliren bir imge vardır. ancak bu tablo üzerinde yıllar boyu sürmüş ve sürecek olan bir spekülasyon da vardır. ya mona lisa tablosu çalınmışsa? aslında louvre müzesinde bulunan "mona lisa tablosu" sahteyse? ne olacak? eheheh işin eğlenceli tarafı da konumuzun sonuç kısmını ilgilendiren tarafı da bu. hiç bir sorun olmayacak. mona lisa tablosunun çalıntı olması ihtimalinin teknik açıklamayı bir kenara bırakırsak pratik açıdan neredeyse hiçbir önemi yok. çünkü mona lisa tablosunu mona lisa tablosu yapan asıl şey tablonun kendisi değil ona biz insanların atfettiği şeydir. gerçekte olan şey; o müzede sergilenen şeyin ne olduğundan öte insanların ona neyi atfettiğidir. zihinsel dünyamızda beliren imgeselliktir. i̇nsan zihninin kurguladığı şey aslolandır. teknik açıdan theseus'un gemisi nerededir, nereye gitmiştir, gemiden eser kalmış mıdır hiçbir önemi yoktur. önemli olan hikayenin en başında anlatığım şeydir. önemli olan orada duran gemiye insanların atfettiği "anlamdır." i̇nsanların o gemi üzerinden kurguladığı gerçekliklerdir. şimdi theseus'un gemisi paradoksunu bir de ben kurgulayayım tekrardan. olaya yeni bir boyut kazandırmak adına efsaneyi bir kaç adım öteye bir de ben taşıyayım bakalım. theseus'un gemisi "anıt" mahiyetinde şehre konumlandırıldıktan sonra insanların o gemiyi ziyaretinden iyi para kazanılıyor olsun. bir takım kurnaz insanlar da gemi eskiyor bahanesiyle gemiyi peyderpey parçalıyor yerine yeni parçalar ilave ediyorlar olsun. günün sonunda theseus'un gemisini bütünüyle çalmış yerine sahte bir gemi koymuş olayım. daha sonra başka bir yerde theseus'un gemisini yeniden inşa edip insanlara; "işte burada theseus'un gerçek gemisi o değildir asıl efsanevi gemi buradadır" denilseydi insanlar nasıl bir tepki verirdi? halkın zihinsel kurgularını yeniden inşa edebilmek adına üstün bir propagandaya gidilmediği sürece insanlar bu girişimi büyük olasılıkla önemsemeyeceklerdi. çünkü orada sergilenen olan geminin asıl önemi nesnenin kendisinden kaynaklanmıyordu. asıl cezbedici olan hadise insanların o gemiye dair kurguladıkları gerçeklikti. o gemi orada efsanevi savaşların ve efsanevi zaferlerin simgesiydi artık. o yaşanmışlıklara dair atfedilen kurgulardı asıl olan. kimsenin nesneyle ilgilendiği yoktu, insanlar yaşanmışlıklarla dolu olan hikayeye atfedilmesi durumuyla ilgileniyordu. theseus'un gemisini efsanevi kılan o gemi üzerine yapılmış zihinsel kurgulardır. benlik de sanırım böyle. benlik doğrudan an'da gizli olan bir gerçeklikten öte an içerisinde kurgulanan bir inşaat sonucuydu sanırım. varoluşçuların "benlik" bunalımı yaşamalarının sebeplerinden bir tanesi belki de buydu. toplumlarının atfettiği kurguları öncelikle reddeden varoluşçu düşünürler ilk olarak kimlik bunalımı ile yüzleşiyorlardı. çünkü insanların kendileri üzerindeki kurgusunu yıkmışlardı. kurgu yıkıldıktan sonra benlik bir süre askıda kalıyor sanırım. kimlik bunalımı da bu kurgusal boşluktan doğan askıdan kalmış benlikten ötürü doğuyor. benliğin tekrardan yerleşmesi de bu aradaki boşlukta bireyin tekrardan bir kurgu inşa etmesiyle ilişkili oluyor. kimlik problemi yaşayan insanların "birey" olma keyfiyetini kazanması da bu öznel kurgularını inşa edebilmesinden geçiyor. bir an için mona lisa tablosunun gerçekten sahte olduğunu hayal edelim. i̇nsanlar tabloyu ziyaret ettiklerinde onlara "mona lisa" tablosundan bahsedelim. tablonun önünde mona lisa tablosu üzerine bir sunum yapalım ve konuşmanın sonunda bu görülen tablonun ise sahte bir tablo olduğu gerçeğini söyleyelim. ne olurdu? i̇şte benliğin kurgu ile oluşması, kimlik bunalımı ve yeniden benliğin kurgulanması böyle bir şey. herakleitos "değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" der. bu gerçek esasında ciddi bir problemin ana kaynağıdır. i̇nsanı yaralayıcı bir etkisi vardır. bu yaralanmadan nasıl kurtuluruz? kurgu. i̇nsanın çağlar boyu hayatta kalabilmesinin yegane sonucu. gerçekliğini dizayn edebilen, kurgulayabilen bu şekilde psikolojik ve zihinsel dünyasını ehlileştirebilen bir garip canlı olarak homo sapiens! zeki adam!
    ... diğer entiriler ...