bugün
yenile

    sorumluluk sahibi olmak

    15
    +
    -entiri.verilen_downvote
    not: çoğu insan için gerekli olmayan şeyler yazdım. birilerinin okuması onlara her hangi bir şey katar mı emin değilm. belki birisiyle ortak dertlerden muzdaribizdir, yalnız olmadığını hisseder bir tutam mutlu olur o kadar. ama genel olarak işe yarar şeyler yazmadım. bilginize... nefret ediyorum. i̇nsana dair her türlü bağlayıcılıktan nefret ediyorum. dur dur... yine yalan söyledim. gerçekte bence nefret etmiyorum. aslında ilkeli bir şekilde başlayan ve devamı getirilmiş sonuca ulaşılmış bir sorumluluk yer yer insana haz veren bir durum. ancak hayatta hiçbir şeyden korkmadığım kadar sorumluluk sahibi olmaktan korkuyorum. bu daha doğru bir tanımlama oldu. korkuyorum... ama o kadar geri zekalı bir piçim ki sorumluluk almaktan, inisiyatif almaktan asla ama asla çekinmiyor her boka en önden atlıyorum. ne mi oluyor sonra? hayatım bok çukuruna dönüyor. her yer iğrenç kokularla doluyor. kusmuk içinde yüzüyorum, lağım çukurunda boğuluyorum. kendi kendime inşa ettiğim bokluğun içinde rezil bir hale bürünüyorum. ve tabii ki yine son derece "onurlu(!)" bir tavır ile bütün sorumluluğu üzerime alıyor, kimseye suç atmıyorum. bütün hayatımın tek sorumlusu, tek suçlusu benim. böyle söyleyince havalı gözüküyor değil mi? gel bir de burdan bak! ne kadar aciz bir mahluk olduğunu fark etmenin hissiyatı tarif edilmez. bu kadar kötü bir tablo tasavvur edilemez. başıma gelen ne kadar bok pislik varsa bunun için suçlayabileceğim hiç kimse yok. ne bok yediysem hepsini ben yaptım. ne acı! suçu atabileceğim bir tane canlı yok lan! görüp görebileceğiniz en sorumsuz insan ben olabilirim aslında. sanal ortamda pek belli edemesem de sorumsuz puşt herifin tekiyim ben. kendime olan kızgınlığım ve nefretimin sebebi de bu. hiçbir zaman hiçbir insana karşı hatta kendime karşı bile sorumluluklarımı yerine getirmekten aciz puştun tekiyim ben. yalancı birisi olmak başlığında yazdığım yazıda yalanın insan hayatını sınırlandıran ve insanın kendi eliyle hayatını bağladığından ve bir yalan ile bütün her şeyi alt üst ettiğinden bahsetmiştim. nickaltımda söyledim yine söylüyorum. bana dair öğrenmeniz gereken ilk şey o yazıda mevcuttu. neyse tıpkı yalan gibi sorumluluk sahibi olmanın da çok ciddi bir bağlayıcılığı, sınırlandırıcı etkisi var. ve ben bundan köpek gibi korkuyorum. benim kendime bile bir faydam dokunmuyor. başkalarına karşı neden bu kadar fazla sorumluluk alıyorum anlamıyorum. sorumluluk sahibi olmak her zaman yüceltilen, erdemli görülen bir harekettir aslında. asla karşı çıkmıyorum. evet sorumluluk sahibi olmak cidden erdemli ve ilkeli bir insan işi. ama bu her şeye rağmen insanı bağlayan, yapay sınırlar inşa eden, insanın özgürlüğünü elinden alan kötü bir şey. i̇nsanın başına ne geliyorsa bu haddinden fazla sorumluluk almasından dolayı geliyor galiba. alınan sorumluluklar, verilen sözler, ortaya konulan inisiyatifler... i̇nsanın kısa sürede kambur olması için yeter de artar bile. i̇nsana dert olarak başkalarına vermek zorunda kaldığı zararlar/acılar yeter de artar bile. öyle büyük büyük laflar etmek istemezdim. tecrübeden bir iki kelamda bulunayım gibi bir hava vermek istemezdim ama aciz ve dar dünyamdan kendimden bir örnek vermek istiyorum. bir insan ne kadar çiğ, ne kadar acımasız, ne kadar gaddar olursa olsun, ne kadar bencil olursa olsun sevdiklerine zarar verdiğinde oluşan acının katsayısı kendisine verdiği zarardan kat be kat daha fazla oluyor galiba. en azından bende öyle oluyor. yani yemin ediyorum şimdi şu anda ölüp gidecek olsam vallahi de billahi de gıkım çıkmaz aslında. allah şimdi şuanda canını alayım mı diye sormaya kalksa sanki kendim için 1 dakika bile düşünmeyecekmişim gibi geliyor. bunu tüm samimiyetimle söylüyorum kendim için nefes alıyorsam namerdim. ayrıca sakın ama sakın bu düşüncemin bencilliğe aykırı bir tutum olduğu düşünülmesin. aksine tamamen bencil olduğum için bu şekilde düşünüyorum. kendimi seviyorum bu nedenle yaşama dair en küçük bir arzu nesnesi bulamıyorum artık. ben sorumluluklarımdan kurtulmak istiyorum. ben kopmak istiyorum artık bu hayattan. yemin ediyorum kendimi dağa bayıra salasım var artık. eskileri her geçen gün biraz daha fazla anlıyorum. her nesne, her idea, her insan, hayata dair her türlü olgu insana yükten başka bir şey getirmiyor bence. belki de çok fazla dert ediniyorum bilmiyorum ama sırtımda taşıdıklarımdan çok yoruldum ben. sorumluluklarımdan yoruldum. i̇nsanlarla iletişime geçmekten yoruldum. i̇nsanlar için nefes alıyorum bunu biliyorum ama bu çok can sıkıcı bir durum olmaya başladı artık. kendin için bir şey yapmıyorum artık. ya da kendim için yaptıklarım başkaları için yaptıklarımın yanında çok komik boyutta görünüyorlar. attığım her adımı yönlendiren aslında kendi içimde kurduğum sebepler ve sonuçlar oluyor. her adımda birileri adına hamlelerde bulunuyorum. zaten gerçekten salt olarak kendim için bir şeyler yapmaya karar vermiş olsaydım bugün kesinlikle tası tarağı toplamış ardımda hiçbir iz bırakmadan bir ovaya, bir dağ başına, bir deniz kenarına, birazcık sessizliğin, birazcık daha az nesnenin bulunduğu bir ortama gitmeyi ve kalan hayatımı orada devam ettirmeye karar verirdim. benim için, kendi adıma yapabileceğim en faydalı, en anlamlı hareket sanırım bu olurdu. dervişlerin de dediği gibi "bir lokma bir hırka" meselesi... bütün derdim bu aslında. i̇nsana dair olabilecek en üstün mertebe. ya da işte en kolay olan yol. bu düşünce aslında islama ciddiyetle aykırı bir meseledir. sorumluluklardan ve yükümlülüklerden kurtularak hiçliğe ulaşmak. nesnelerden kopabilmek... i̇slama aykırıdır diyorum çünkü islam olduğu gibi toplumu birey birey insanların üzerine yüklemiştir. toplumsal kalkınma adına sorumluluk almayı emretmiştir. zekat, verebilmeyi, iyilik yapabilmeyi, yetimi yoksulu doyurabilmeyi emretmiştir. aslında sosyal hayata adapte olabilmeyi emretmiştir islam. ve en azından fikirsel olarak ben bu durumu içselleştiremiyorum. çünkü zayıf bir insanım. birazdan değineceklerimle beraber iyi bir iş, iyi bir eş, iyi bir ev, iyi bir araba, iyi bir yemek, iyi bir tatili arzulayan insanlar söylediklerimi belki de yadırgayacaklar. çünkü kafam çok karışık be oğlum. bildiğin gibi değil. kendime dair değer yargılarımı isimlendirebilmek adına kafam çok ama çok karışık. ama ben yine de anlatmaya çalışacağım. çünkü çatlamak istemiyorum. şimdi sorumluluk sahibi olmak demek sadece bir insana dair çeşitli yükümlülüklerin altına girmek değil benim dünyamda. ya da ne bileyim ailenin çoluğun çocuğun yükümlülüklerini sırtlanmak da değil ya da bir söz verip onu yerine getirmek de değil. elbette bunlar da sorumluluk sahibi olmanın içerisine giren şeyler ama bunlarla sınırlı değil. i̇nsanın beyninin içerisinde yer edinen her şey benim için bir adet sorumluluk anlamına geliyor. bir ailen mi var? ailenden sorumlusun. bir sevgilin mi var? ondan da sorumlusun. arkadaşların? onlardan da sorumlusun. bir kedi mi besliyorsun? onlardan da sorumlusun. bir kazak mı satın aldın ondan sorumlusun. bir çakmak mı satın aldın? bak o çakmaktan da sorumlusun. çay demliyorsun ve o çaydan bile sorumlusun. bir kitap mı okudun? o kitabın nesne olarak karşılığı ve içerisinde sana katılmış olan tüm fikirsel donanımların hepsinden sorumlusun. bir yazı mı yazdın? her vuruşta bir kat daha sorumluluk sahibi oluyorsun. yazdığın her cümleden sorumlusun. söylediğin her söz, kurduğun her cümlenin birer birer seni bağlayıcı unsurları var. çünkü senden çıkan bir şeyi seninle ilişkilendiriyorsun. ürettiğin zaman, tükettiğin zaman, sahip olduğun zaman her imge seni bağlayan bir sorumluluğa bürünüyor. hal böyleyken varlık sahasında kendinle ilişkilendirdiğin her şeyden dibine kadar sorumlusun. onların çoğunu kendi özgür iradenle kendinle ilişkilendirdin ve kendi özgür iradenle kendini bir şeylere bağlamış durumdasın. bir kedi sahiplendiğin zaman kedinin sorumluluğunu üstüne alıyorsun ve hayatın o kediye göre şekillenebiliyor. bir eş sahibi olduğunda ya da bir çocuk sahibi olduğunda da fazlasıyla bağlayıcı sorumluluklar ediniyorsun. ama benim zihnim bu kadar basit algoritmalardan daha fazlasını da hissediyor. ben bir kola şişesinin bile bir sorumluluk yüklediğini fark ediyorum ve bundan rahatsızım. satın aldığım bir çift çorap bile kendi irademle kendimi kısıtladığım unsurlar arasında gözüme batabiliyor. böyle olunca irili ufaklı tüm sorumlulukların ağırlığı beni çok fazla yoruyor. böyle olunca varlığa dair her şeyin beni kısıtlayan unsurlar olduğunu düşünüyorum. bedenim bile bana bir noktadan sonra ağır geliyor. matrix'teki çocuk gibi kaşık aslında yok kıvamında bir nihilizme atsam kendimi, var olanı reddetmeyi bir başarabilsem sanki kuş kadar özgür, yokluk kadar hafifleyecekmişim gibi geliyor. çünkü benim için gerçek olan, var olan, bana dokunan, deneyimleyebildiğim her şey ama her şey sorumluluk sahibi olmayı gerektiriyor. var olan ve deneyimlediğim her şey sanki ayak ve kol bileklerime atılmış yeni bir kelepçe gibi olduğum yere biraz daha çakıyor beni. satın almak, satış yapmak, tüketmek, üretmek, nefes almak, yürümek, koşmak, aşık olmak ya da reddedilmek... i̇nsana dair her şey beni benden biraz daha uzaklaştırıyor gibi hissediyorum. bir ev satın alsam kalabileceğim tüm kiralık evlerden mahrum bırakılmışım gibi bir yorgunluk çöküyor. bir araba satın alsam bütün kaldırımları sökmüşüm gibi zoruma gidiyor. bir çocuk sahibi olsam toprağa biraz daha kök salmışım gibi esaret altında olacakmışım gibi bir his oluşuyor. sorumluk; benim zihin dünyamda imkansızlığı ölüm kadar gerçek olan "özgülük ütopyasına" bir adım daha uzaklaşmak için birer vesile anlamı taşıyor. bu sorumluluklardan ne kadar kaçsam o kadar rahata erecekmişim gibi geliyor. i̇şte derviş adabı olarak "bir hırka bir lokma" felsefesi müthiş çekici geliyor. avcundan su içen çocuğu görüp tasını kıran diyojen misaliyim. o biliyordu ne kadar çok eşya, ne kadar çok varlık özgürlüğe atılmış yeni bir kement olduğunu. sahip olduğumuzu sandığımız tüm her şeyin aslında bizleri esir aldığını en iyi o biliyordu belki de... özgürlüğe ne kadar yaklaşılırsa o kadar hazla dolunacağını ve özgürlüğün önündeki engellerinde sahip olmaktan ve sorumluluk almaktan geçtiğini en iyi o biliyordu belki de... sahip olmak deyince de aklınıza sakın satın aldığımız telefonlar, bilgisayarlar falan gelmesin. i̇nsana dair her şeyden bahsediyorum. sahip olduğunuz ailenizden, annenizden, babanızdan, sevgilinizden, en yakın arkadaşlarınızdan bahsediyorum. "siz hiç doğar doğmaz annesiz ve babasız kalmış, hayata kimsesiz olarak başlamış insanları kıskandınız mı?" anlaşılıyor muyum emin değilim şu an. ama devam edeyim yine de. peki neden böyle düşündüğüm halde ısrarla sorumluluk alıyorum? cevap komik gelecek size belki ama ironik bir hedonizm desem yeridir. hazcılığı tarih boyunca bence yanlış anlamlandırdılar. hatta önce hazcılığı komik sınırların içerisine hapsettiler sonrada bu sınırların içerisinde bulunan hedonizm tükakadır dediler. oysaki hazcı olmayan insan bence yoktur. bütün mesele hedonizmi nasıl yorumladığınıza bağlıdır. bazı insalar acıdan da zevk alır. hedonist olmak için illa düşük eğlencelere yönelmek, illa ucuz idealler peşinde koşmak gerekmez. bazen insana dair en büyük haz en büyük acılara kafa tutabilmiş olmanın hazzıdır. yunus da burada yanılıyordu bence. dünya nimetlerini elinin tersiyle itip bana seni gerek seni diye yakarırken ona ulaşmanın dünya gerçekliğine katlanmaktan geçtiğini fark edememişti belki de. dünyanın imkanlarını elinin tersiyle itmiş olmakla; tevazunun, alçak gönüllülüğün ve fedakarlığın örneklerini sergilemiş olmuyordu aslında yunus. yunus aslında en büyük ikiyüzlülük örneğini sergilemiş bile olabilir hatta. i̇nsanlara, maddeye, dünya gerçekliğine katlanmanın ne kadar da zor ve acı veren bir sonuç olduğunu fark ettiği gibi kaçmayı denedi belki de... kendisini tüm dünya imkanlarından ve insanlardan soyutlayan diyojen en büyük hazza kapılmıştı bile. kaçmayı ve kurtulmayı başarmıştı belki de... en azından denemişti. onlar sorumluluk almanın zararı fazla olan bir ticaret olduğunu fark eden insanlardı ve kolay olanı seçtiler. hayattan soyutlanmanın en kolay seçim olduğunu, en büyük haz olduğunu keşfedip bu hazzın illüzyonuna kapıldılar. oysa biz bu dünya gerçekliğine katlanmak için fırlatılmıştık bu topraklara. bizim en büyük sınavımız bu gerçekliğe, bu bütün anlamsız sorumluluklara katlanarak hayatı devam ettirmek adınaydı. gerçek vazifemiz ait olmadığımız topraklara katlanabilme becerisini göstermekti belki de... yoruldum mu? evet fazlasıyla yoruldum. kaçmak istiyor muyum? evet kesinlikle kaçmak istiyorum. ama kaçmayacağım. bu acının hazzını yaşamak istiyorum. kavga etmek istiyorum. celladına aşık olmuşum gibi hissediyorum resmen şu an. dünya hayatı adına sanki 2 seçenek varmış gibi bir algı var bazı insanlarda. 1)dünya imkanlarının sahte cazibesine kapılıp dünyayı amaç edinmek 2)dünyanın sahteliğini fark edip gerçekliği elinin tersiyle itebilmek. ama bir 3. seçenek daha var sanırım. sahteliği ve iğretiliği görüp onu borç bilip ona katlanmak. dünyayı elinin tersiyle itmenin cazipliğini fark ettiğin halde ısrarla sorumluluk almak. kavgaya tutuşmak. suya yazı yazmak. ben sanırım bu yolu seçtim. ne büsbütün gidebiliyorum, ne hakkıyla kalmayı başarabiliyorum. arafta kalanların kaderini yaşıyorum. bulunduğum halden tatminsiz olduğum halde pozisyonumu güncelliyorum. bu dünyaya ait olmadığımı bildiğim halde bu dünyada tutunma gereği görüyorum. !!! konuyu sürekli dine ve kurana getiren aksi yaşlı amcalar gibi görünmek istemem ama bu ruh halimin olabilecek en rasyonel karşılığını ben yine kuranda görüyorum. i̇şin garibi kuran okuduğum için bu ruha bürünmedim ben. ben zaten başından beridir bu ruha aittim. bunlarla kuranda karşılaşmak beni daha bir başka sarsıyor. mesela iki örnek vereyim hemen. "bilin ki, şu iğreti dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden, bir süsten, aranızda bir övünmeden, mallarda ve evlatlarda çoğalma yarışından başka şey değildir. bir yağmur misali ki, çıkardığı bitkiler çiftçilerin hoşuna gider. ama biraz sonra o ot kurur, sapsarı kesildiğini görürsün. nihayet bir ot ufantısı haline gelir..." (hadid/20) kuran dünya hayatının iğretiliğinden bahseder, oyun ve eğlence, bir süs ve aranızda bir övünme yarışıdır der dünya için. çok doğru. bingo!! bu ayetten sonra beklenecek olan tavır aslında tasavvuf öğretisinin ta kendisidir. "bir lokma bir hırka" felsefesini hayata geçirmektir. ayrıca biraz tefekkür ve düşünme ile dünya hayatının gerçekten de son derece boş, anlamsız ve oyundan ibaret olduğunu görmek işten bile değil. dünya hayatının anlamlandırılabilecek hiçbir durumu ve koşulu yoktur. dünya tamamiyle bir illüzyon, bir rüzgar uğultusudur. hal böyleyken bütün dünnyavi sorumluluklardan sıyrılıp dünyayı itmek mantıklı ve ruhsal sağlık açısından mantıklı bir hamledir. zenginliğin ve ferahlığın içinde, refah düzeyinin nirvanaya ulaştığı toplumlarda oluşan ruhsal çöküntü neden kaynaklanıyor sanıyorsunuz? bunun sebebi dünyanın aslında son derece anlamsız olduğudur. ancak kuran bunu söylerken aynı zamanda şunu da söyler insanlara; o halde, bir işten ayrıldığında hemen bir başka işe koyul; (i̇nşirah/7) fark ettiniz mi durumu? şimdi biraz daha anladınız mı beni? kuranın yazarı önce bütün illüzyonu gösterip, bütün sırrı ifşa ediyor ondan sonra da bu sahte illüzyona tutunmanı istiyor. çalış diyor. hayata tutun diyor. cuma suresinde namazdan boşalır boşalmaz yeryüzüne dağılın ve rızkınızı arayın diyor. kuran dünya hayatına fazlasıyla önem vermeni istiyor. hatta yetmiyor bir çeşit mistik tasavvuf örneği olan ruhbanlığı sert bir dille eleştiriyor. gelip insanların sosyal hayata katılmasını istiyor. varlık mücadelesi vermeni istiyor. toplumsal sorumlulukları senin boynuna yüklüyor. hem oyunun tamamen kurmaca bir illüzyon olduğu sırrını ifşa ediyor hem de oyun devam etmeli diyor. bunun bende ne derece ağır bir sorumluluk olduğunu kelimelerle tarif etmemin imkanı yok. katlanmak, sabretmek, sahteliğe ve illüzyona tahammül etmek... en zoru. dünyayı amaç edinip dünya telaşı peşinde koşan seküler insanların işi kolay. dünyayı terk edip, illuzyonu görüp kendisini soyutlayanların işi kolay. en nihayetinde bir taraf oyunu görüp kendilerini kandırmayı bırakan insanlar, diğer taraf ise oyunu görmeyip ya da görmemezlikten gelip kendilerini kandırmayı başaran insanlar. sonuçta her iki tutumda da stabil bir hayat akışı bir dinginlik var. ama sahteliğe, oyuna ve geçici uğraşları fark edip bile bile oyunu devam ettirmek... acı içerisinde sorumlulukların altına girmeye razı olmak... en zoru! dünyaya fırlatılmış olmamızın en gerçek sebebi. gayenin içerisinde gizlenen o sırlı öz. bir sihirbazın numarasındaki hileyi fark ettiğin halde o oyunun biletine verdiğin para için sanki bilmiyormuş gibi şaşkınlıkla sihirbazı izleyip hayran olmaya çalışmak kadar zor bir uğraş. daha önceden izlediğin bir filmi tekrar izlerken ilk defa görüyormuşçasına filme şaşırıp hazzı almaya çalışmak kadar zor bir çaba. neyse... şimdi yazdıklarımı tekrar okudum da bunu okuyacak olan varsa çelişkili ve tutarsız konuştuğumu sanacak gibi bir hisse kapıldım. yazının başı, ortası, sonu sanki birbirleriyle çelişiyormuş gibi bir hava ile yazmışım. ama aslında değil. önümde kocaman bir tablo var. her zerresi detaylarla dolu bir baş yapıt var karşımda. ben bu dev tablonun 3 ayrı noktasını aynı yazı içerisinde mercek altına almışım. çelişkili ve tutarsız görünebilir ama değil. bunlar bir bütünün küçük küçük birer parçaları. bütünün kendisi yani dev gibi olan o müthiş detaylı tablo ise aklımın dahi almayacağı kadar muazzam bir baş yapıt. hayatın kendisinden bahsediyorum. son olarak bir cümle bırakarak bitirmek istiyorum. "özgürlük ütopyaların en büyüğü ve her insan, her olgu, her nesne, her sorumluluk, insana ve hayata dair her şey özgürlükten bir adım daha uzaklaştıran gerçeklikler. biz insanlar ise özgürlüğün tanımını bilmiyoruz. i̇nsanın en "rahat" ettiği yer esaret altında olduğu yerdir. özgürlüklerimizi satarak özgürleşeceğimizi sanıyoruz. oysaki esareti seviyoruz."
    2hayatta okumazlar arada giydirdiysen. helal olsun. - neyse 16.06.2017 02:45:28 |#3651459
    3sus çaktırma okumasınlar istiyorum biraz. :)) - devriksekiz 16.06.2017 02:46:16 |#3810230
    2çoğu insan için gerekli olmayan değil bence çok gerekli şeyler yazmışsınız.hatta şunu diyebilirim ki benim için bayağı etkileyici bir yazı olmuş.yüreğinize sağlık. - ıcımızdenbırısı 16.06.2017 03:55:16 |#3810242
    butun yorumlari goster (6)
    ... diğer entiriler ...