bugün
yenile

    asosyal itiraf

    8
    +
    -entiri.verilen_downvote
    özet: sevdiğim bir kız vardı geçen sene, satı. herşey gayet güzel giderken psikolojisi bozuk olan gms10ur durduk yere kızı heryerden engeller ve iletişimini tamamen keser. vicdan yapıp kendini bir açıklama yapmak zorunda hisseder ve gaza gelip yalnışlıkla tüm hayat hikayesini yazar. seninle o kıza yazdığım mektup'u paylaşmak istiyorum sözlük. --yasal uyarı-- birazdan okumaya başlyacağınız entry oldukça uzun olmakla birlikte akıl, göz ve (eğer sigara kullanıyorsanız) akciğer sağlığınızı tehlikeye sokmaktadır. yazar hiçbir sorumluluğu kabul etmez. --yasal uyarı-- sanırım sana bir açıklama borçluyum. son hareketim için gerçekten çok üzgünüm ama sadece öyle olmalıydı. tamam herşeyi anlatacağım. neden böyle orospu çocugu gibi davrandığımı, niye böyle duygu karmaşası içinde boğulduğumu. herşeyi en baştan anlatmam gerekli anlayabilmen için beni. ama diyeceksin ki banane aq ne bok yiyosan ye napiyim ben senin geçmişini, sıkıntılarını. ebenin nikahına kadar yolun var ve siktir git. anlarım, gerçekten. haklısın da. ama vicdan işte.  yıl 2011. mayıs ayı. ayın 14ü. cumartesi günü. öğleden sonra her zamanki gibi bilgisayarda oyun oynuyorum. telefonum çalıyor, bilinmeyen bir numara. oyunumu bölüp açma zahmetinde bile bulunmuyorum. susturup sanal yaratıkları klavye ve farenin üzerindeki tuşlara basarak öldürmeye çalışıyorum. vakit ağır çekim ilerliyor. lakin telefon susmuyor. yeter ulan kim bu aq diyerek cevapladım. titrek bir ses sordu; "aleyna tandoğan'ın nesi oluyorsunuz?" cevapladım; -3 yıllık sevgilimdi belki evet ama ne olur ne olmaz diye şöyle söyledim.- "çok yakın bir arkadaşıyım, ne oldu? bişi mi oldu?" uh. evet olmuştu. dedesinin cenazesine giderken yola rasgele atılmış bir çivi hızla giden arabanın lastiğini patlamış, takla ata ata yoldan çıkmışlardı. babası olay yerinde hayatını kaybederken aleyna ve annesi i̇stanbulda en yakın hastahaneye yoğun bakıma almışlardı. şok oldum. gözlerim karardı. çantamı kapıp ilk otobüsle i̇stanbula gittim. duruyordu işte orada. aramızda ince bir cam vardı sadece. kalp atışlarını ölçen makinanın bip sesleri kulağımda yankılanıyordu. i̇ki günü orada teyzesiyle beraber kıçı kırık bir koltuğun üzerinde yarı baygın bir şekilde geçirdim. üçüncü günün gecesinde kafamda susmayan o bip sesleri aralıksız ötmeye başladı. beynim döndü. kendimi koridora atıp doktor diye nasıl bağırdığımı hatırlıyorum da. huh. hiç kendinden daha çok değer verdiğin birisini kollarının arasında kaybettin mi? sikeyim. ne olduysa ondan sonra oldu. liseden mezun olana kadar öyle şeylere girmedim bile hiç. giremedim. müzik zevkime kadar değişmiştim. önceleri sürekli hareketli, neşeli şeyler dinliyordum. folk, death, alternative, grunge, ve nu metal gibi. hatta 80 ler pop bile. muse, system of a down, children of boom, nirvana, ogün şanlısoy, amy winehouse. meh. olaydan sonra içimi, benliğimi, karakterimi o kadar siyah bir karanlık sardı ki. nerede o cıvıl cıvıl, optimist ve neşeli gms10ur. o da öldü onunla beraber. kaldı geriye pesimist, sessiz, kapanık, somurtan bir gerizekalı. death metal oldu black metal. folk oldu symphonic gothic. alternative oldu doom metal. sarurnus. empyrium. anathema. draconian. graveworm. antimatter diye gitti, bendeki herşeyi de yanına alıp, gitti.  en sonunda mezun olduktan sonra anca atabildim üzerimden olayın etkisini. yeter dedim kendime. yeter gms10ur. kendini düzeltme ihtimalin olmadığı bir şey için yıllarca üzdün ve yıprattın. salaksın. yeter.  i̇çimdeki o mutlu, güler yüzlü ve optimist gms10ur ölmemişti aslında tam olarak. arada bir hissediyordum onu artık içerlerde bi yerlerde. fakat o kara duman yinede bırakmıyordu peşimi. dengem bozuldu. kafayı yiyordum. bi iyi bi kötü. neydi böyle ele geçiren beni. harika. bipolarism. bi kişilik bozukluğumuz eksikti. ama tamamen karanlık olmaktansa yine de arada bir aydınlık olmak bir umuttu benim için. saçma bir şekilde tanıştığım ve hoşlanabileceğim ilk kızla bişiyler kurmayı deneyecektim. birini yeniden sevebilmek istiyordum. hastalığımı tedavi etmiştim ve hazırdım.  keşke olmasaydım. gizem diye bir kızla tanıştım. batu o zaman 24 kasım a geçmişti ve aynı yerde oturuyorduk. arada can sıkıntısından batuların çıkışa gidiyordum beraber eve geçiyorduk. gizem de yuvam da oturuyordu ve batunun arkadaşıydı. üçümüz gün aşırı evlere beraber yürür olduk. hoş bir kızdı. müzik zevki hoşuma gidiyordu. saçları kızıl. konuşmaya başladık falan. garip bir kızdı insanların duygularını umursamaz. kendi eğlencesine bakar. ben de mal gibi iyimser olup hep bir umutla yaklaşıyordum. yok ulan yok. duygularımı sikti bıraktı sadece. benim ile konuşurken yalın ile yattı falan. tam bir facia. bütün o ufak tefek umutlar, küçük sevgi kabarcıkları yok oldu. yeniden karanlık.... hello darkness my old friend o dönem bizim batularla kurduğumuz müzik grubu, myrista yeni yeni oturuyordu. i̇çimdeki o sitemi notalar ve boğazımdan akan kan ile çıkartıyorum vücudumdan. batunun da içimde bulunduğu bir whatsapp grubu vardı. kısaca mt. batu, lan olm grup falan var hadi sizi de alalım gruba kafa dağıtırsın abi en azından demişti. girdim bende. grupta muhabbet falan iyi güzel. tabi bilirsin beni uyku problemim vardı her zaman. grupta gece kimse kalmıyordu. bir kişi hariç. emire. açık öğretim okuyordu. gece uyumuyordu o da. muhabbet ediyorduk sürekli. bi süre sonra özelden falan konuşmaya devam ettik falan. ah ulan. kafamı sikeyim. o kızın hayatımdaki tek anlamı martıyla benim tanışmamı sağlamış olması.   geldik olayların birazcık karmaşıklaştığı kısıma..... öncelikle sana martı ve emireden biraz bahsetmeliyim. martı ve emire izmirde oturan ve yıllardan beri aralarında biraz sürtüşme olsa dahi yakın arkadaş kalan iki insan. ben ilk emireyle tanıştığımda emire benim aslında martıya ne kadar çok benzediğimi farkediyor ve martıyı sinir etmek için küçük bir plan yapıyor. tabi bu planda bizim duygularımızı sikmesi onun için önemli bir şey değil. benim penceremde başta herşey çok güzel. arka planda olanlardan habersiz bir şekilde 'aha valla bu sefer oldu.' nidalarıyla mutlu mutlu takılıyorum. emireyi sevmiştim. o kendimi hazırladığım düzgün ilişki içinde hissetmiştim kendimi. o dönemde martı da emirenin yakın arkadaşı olduğu için mesajla falan onunla da tanışmıştım. martı beni anlıyordu. her konuda benimle aynı düşünceleri paylaşıyordu. emire penceresi ise biraz daha farklı. i̇steyerek mi istemeyerek mi bilmiyorum ama geçmişte zibilyon kere yalnış davranışta bulunup bu davranışların konusu her hangi bir şekilde açıldığında o ortamdan kendini tamamen çekip pişman gibi görünüp kısa süre sonra başka bir insan çevresi içinde yine aynı şeyleri yaparak hayatını sürdüren bir kişi.  benimle de çok farklı şeyler olmadı. ah emire ah. başta dünya tatlısı gibi görünüp, benzerliğimizi bildiği için herşeyimi martıya anlatıp, martının benden hoşlanmasını sağlayıp, beni izmire getirip, martıyı da çağırıp, karşısında yiyişmek suretiyle martıya kötü bir anı yaşatan birisi. ne kadar kötü bir şey. tabi ben olayların bu arka yüzünü çok sonra öğreniyorum. i̇stediğine ulaşan emire, birden bire çekilmez bir kişiye dönüştü. o eski tatlılık falan hak getire. her boka tartışma çıkaran, otobüs geldiğinde ayrılacağımız için gözlerimin dolmasına " çok ağlaksın!" diye tepki verip sorun çıkartan biri oldu. amacına ulaştığı için benden kurtulmak istiyordu belkide. ben de bu durduk yere olan değişimin sebebini bi türlü anlayamıyordum. yine sorunu kendimde arayıp martıya mesaj atıyordum. "nerede hata yapıyorum? bu kızın sıkıntısı ne?"........ ......tabi martı herşeyin farkında aslında. ama beni üzmek istemiyor. bütün gerçekleri paylaşası var ama bi süre kıyamadı. emireyle benim konumumuz ayrılma noktasına gelince martı da dayanamayıp patlattı bütün bombayı. haklı tabi. görüyordu ne kadar üzüldüğümü. demiştir içinden bi herif daha fazla üzülemez zaten. söyliyim de içi rahatlasın en azından. o zamandan sonra biz martıyla zaman zaman dertleşmeye başladık. birbirimize müzikler atar, çevremizdeki insanların neden böyle olduğunu tartışıp çözmeye çalışırdık. çözemezdik. benziyorduk biz martıyla. neredeyse her şeyimiz aynı gibiydi. lakin eski sevgilimin yakın arkadaşı olması ve karşısında başka bir kızla oturmuş olduğum gerçeği bir süre bende "martıyla olmaz." düşüncesi oluşmasına sebep oldu. emire muhabbetti de böyle bir facia ile sonuçlandı işte.  batu da bi yandan üzülüyordu halime. onun araclığıyla tanıştığım 2 kişi de, zaten duygusal ve yıpranmış olan beni iyice yıprattı. yine bi gün batuyla eve geçiyoruz. batuların orda indik otobüsten. hadi iki sigara içip dağılalım dedi, kabul ettim. muhabbet ediyoruz işte, ne olacak bu halimiz diye. birden batu dedi ki; "abi bizim okulda bi kız var. mantıklı düşünen progresif dinleyen, iyi niyetli falan. öyle 2 günde duygularınla oynamaz, bağlanır." cevapladım; "abi yeter ya sahiden bırak bi kendimi toparliyim bakarız belki sonra." batu devam etti; "bence bi düşün daha rahat toparlarsın kendini lan. öyle çocukça davranışları yok piano falan çalıyo olm veriim mi numarasını, ismi öykü." huh. düşünüyordum ne yapsam. ne kaybederim ki diye düşündüm bi an. tamam dedim peki ver. oysaki kaybedeceğim bir sürü şey olacaktı. nerden bilebilirdim ki olacakları. eve yürürken mesaj attım;  "merhaba." kız o kadar hazırmış ki aq. 2 güne sevgili olduk lan. beklemiyordum bu kadarını. tabi bu süreçte yakın arkadaş formatında martıyla da hala konuşuyoruz. öykü gerçekten o kadar saftı ki. nasıl anlatsam o zamana kadar toplamda ikinci sevgilisi bendim falan. fazla saf ve masum. durum değerlendirmesi yapıldığında herşeyin biraz daha iyi gittiğini tahmin etmek zor olmuyor belki ama asıl durum öyle değil.... .....kendime ve öyküye ne kadar şans verirsem vereyim öyküye ısınamıyordum. o da tam aksine bir haftada 'hayatımın aşkı' moduna girmişti bile. her hareketi, her lafı git gide bana batmaya başlıyordu adeta. sanırım bu duruma en çok etkisi olan şey martıyla olan uyumumuzdu. tabi martıyla hala sürekli konuşuyorduk. öyküden de haberi vardı. i̇ster istemez git gide öyküden soğuyup kendimi martıya yaklaştırıyordum. ben inançsız bir insanım. dinim ve batıl inançlarım yoktur. buna rağmen martıyla o kadar ilginç şeyler yaşıyorduk ki bizi en sonunda yunanlıların 'insanların iki parça yaratılıp ikiye ayrılmış ve hayatları boyunca diğer yarılarını arayarak geçirdikleri' olayına bile inanmamızı sağlamıştı. ulan evlerimizin odasındaki halıdan tut herşey aynıydı aq. martının yıllar önce nereden geldiğini hatırlayamadığı ve bir kalbin yarısı şekline olan kolye ve bu kolyeyi tamamlayıp kalp şeklini oluşturan diğer yarısının da bende çıkması artık son damla oldu..... böylelikle, "which distance? even gods that doesn't exist wants us to be in love" ritüeli başlamış oldu. fakat elbette ki bir sorun vardı. öykü. ondan ayrılmam gerekliydi. ah. ayrılmak. ne kadar acımasız bir kelime....... önceden de bahsettiğim gibi, geçmişte birçok kişiyi, onlar ölümün o soğuk ellerine uzanırken izlediğim için insanları hayatımdan çıkartma konusunda başarılı değilim. kalp kıramıyorum. diyeceksin bana yaptığın ne ulan aq çocuğu?! haklısın. oraya da geleceğim ileride. ah. evet. ayrılmak. ne yapacaktım nasıl yapacaktım bilmiyordum. ama herşeyi düzene oturtmak ve işin etik kısmına uymak için bunu yapmak zorundaydım. öykü penceresinde ise kızın neredeyse tamamen bağlanmış, saf ve iyi niyetli olması herşeyi iyice zorlaştırıyordu. normalde en nefret ettiğim şeydir yalan. her zaman şeffaf ve dürüst olmaya çalışırım. ve alavere dalavere işleri beceremem. tek çocuk olmak demek ailenin senin üzerinde aşırı derece baskı kurması demek aynı zamanda. eskiden aileme çok defa yalanlar söyledim. i̇zin alabilmek, istediğim birşeyi gerçekleştirebilmek için. bu sebeptendir ki belki kafam az çok çalışır böyle şeylere evet. ama beceremem işte. hemen patlar elimde. ama işte, çaresizlik. çaresizlik........ çaresizlik. nasıl yaparım ne yaparım da olayları batırmadan düzeltirim diye düşünürken martı da bi yandan baskılamaya başlıyordu haklı olarak. biraz daha vakit kazanabilmek için düşünmek konusunda, annesi ölmüş morali çok bozuk daha sonra halletsem olmaz mı dedim. o vakit de kendisi konuşmak istedi. o anda elim ayağıma dolaştı. al işte abi. yalan girince olaya böyle oluyor hep. yapacak bir şey yok. birden benim tilkiler öttü. annemin telefona whatsapp kurdum. profil ve durumunu öyküyle aynı yaptım ve martıya annemin numarasını verdim. martı ordan yazıyor. ben burdan öykünün ağzından cevaplıyorum. bi kenardan da kendime küfrediyorum. napıyorum lan ben diye. böylelikle martı sonunda öyküden ayrıldığımı düşündü. ama ben daha yapamamıştım. sadece o gücü ve cesareti toplamak için biraz daha zamana ihtiyacım vardı. o zaman belki günler belki haftalar aldı evet. ama sonunda etik olarak başarmıştım. ama birkaç ay sonra. sonunda diyordum kendime. sonunda. öyle yada böyle yoluna giriyor artık herşey. başka yalan, başka kandırmaca yok. sonunda.. son.. s.. .. . da, işte. i̇şte. ulan. ben nasıl bir gerizekalıyım böyle. bi halt yiyorsun. elinde olarak veya değil bi farkı yok. yalan yalandır. bari delillerini falan sil yoket aq salağı..  mal! .. kafana martılar sıçsın aq. .. . tarih: 8 temmuz 2015. çarşamba günü. saat 15:47. yer: düşler yakası. alsancak. i̇zmir. martıyla iki ayımızın dolmasının ertesi günü. . bu salak onurun. namıdeğer ben. mesaj, fotoğraf hede hödö vs silme alışkanlığı yok. telefon değiştirmemiş olsam şu anda eylül 2013 den beri whatsapp mesajları falan duruyor olacaktı telefonda aq. o derece durum vahim. martı telefonumu kurcalamak istedi. bende toprakla dertleşmelerimizi okur da kendisi hakkında nasıl hislere sahip olduğumu falan görüp mutlu olur falan diye gülümseyerek verdim tabi. (merhaba, bu bir gerizekalı. bu arkadaş gibi olmayın. -dış ses.) bu sefer kıyamet geliyorum dedi fakat farkedecek kafa mı var. huh.  beklenen oldu tabi. martı tam bir siktir git orospu çocugu hani ayrılmıştın hede hödö edasıyla ortamı terk etti. peşinden koşturup açıklamaya çalıştım tabiki. ama değişen bir şey olmayacaktı, biliyordum. yaptığım şey çok yalnıştı. bizim hikayemiz de böyle noktalandı. ups, noktalı virgüllendi..... bir adam der ki; "söyle ruhum. söyle. hiç yenildin mi böyle. düşmemek için, hiç atladın mı? söyle." döndüm işte izmite sonra. bi süre konuşmadık. ben bıraktım sonra herşeyi. bu kadar aksiyon fazlaydı bana. zaten üniversite muhabbetine yeterince koşturuyordum. sonra gelsin yine uykusuzluk, yüksek tansiyon ve dengesiz davranışlar. karanlık. çok karanlık. biraz süre sonra ikimizde birbirimizin eksikliğini hissetmeye başladık doğal olarak. ama farklıydı bu. biz sevgili değildik. biz arkadaş değildik. biz dost değildik. biz akraba değildik. bu durumun türkçe de net bir karşılığı yok sanıyorum. ama biz 'the other half' diyorduk. konuşuyorduk hala. dışarıdan belki bir arkadaş belki bir dost veya hatta bir arkadaştan daha fazlası gibi görünen bi şekilde. o bana yeni sevgililerini anlatabiliyordu. yeni sevgilisi ile bile sorun yaşasa ilk bana geliyordu dertleşmek için. i̇nan bana bende en ufak bi art niyet olmadan nasıl mutlu olabileceğine inanıyor isem o yönde -hatta çoğunlukla yapıcı, barışın olm hayat kısa formatında- tavsiyeler veriyordum. i̇lginç bir durum. hiç birimiz anlayamadık ama böyle işte.. bende bu üniversite muhabbetine yeni bir sayfa açarım belki diyordum ki okul açılır açılmaz sen geldin. i̇nan bana içimdeki tek keşke şu; keşke ulan tanışmamıza vesile olan önceki yılbaşından sonra ben bütün o salaklıkları yapmasaymışım ve seni göremeyecek kadar kör olmasaymışım aq.  ama salağın tekiyim işte.. salak ve kör. bir insan nasıl bu kadar dengesiz, paronayak ve hasta olabilir? bir insan kendinden daha ne kadar nefret edebilir? sınırları zorluyorum galiba. kafandaki -eğer tabi sikleyebiliyorsan hala beni- soruları cevaplama vakti geldi evet. karabükte kendimi herşeyden soyutladım. güya kafamı toparlayacaktım. sadece ders ve müzik. biraz biraz işe de yaradı açıkçası. sessiz sakin bir şehir. post-apocalyptic bir havası var. mamiler falan kafenin orospusu olurken ben odada lost izlerdim veya keremlerde içip içip beste yapardım. tüm atraksiyonum bu. sonra daha sık konuşmaya başladık seninle. her kelimen o kadar tatlıydı ki. ve bu saf olduğun için değil, sen öyle olduğun için, senin doğallından açan bir çiçek gibi, ortaya çıkıyordu. karabükten daha çok nefret ettiğim kocaeli ye gülümseyerek dönmemi sağlamıştın sen. kabul ediyorum arada bir salak salak triplere giriyordum. paronayaklığım anlaşılabilir sanıyorum. öyle ki senin canını sıkarım diye çok korkuyordum. korktukça da daha çok sıkıyordum belki, olabilir. belki sebebi senden hiç seni seviyorum duymamış olduğum içindi, belki de ilk benden bekliyordun. bilmiyorum.. .. bilmiyorum. ve sonra babam aradı bir gün. evlat dedi, bir asırlık ömrünün sonlarına yaklaşan bir kadın var.  ve bana yol görünmüştü. merhaba i̇zmir. merhaba eski dostum. merhaba. .. merhaba.. boğazlarımın düğümlenmesi, tabeladaki "i̇zmir il sınırı" yazısı ile başlamıştı. flashbackler. yürüdüğüm yollar, geçtiğim sokaklar, içime çektiğim hava. her adımda, her sokakta, her nefeste yaptıklarım geçiyordu gözümün önünden. kitleniyordum. ben ne zaman bu kadar kötü oldum? bu kadar kötü bir insan nasıl olur da satı gibi birini hak edebilir? edemez. edemedi. medi. . yemek borumu yakarak mideme süzülen şarabın o yoğun üzüm kokusu eşliğinde daha önce cesaret edemediğim için karşımdaki insana çok zarar verdiğim şeyi yapmamayı seçtim. hızlı ve tek bir hamlede olmalıydı. aniden hayatımda ilk defa birini internet üzerinden engelledim her yerden. martı sordu. "ne yapıyorsun?" söyledim. ama açıklamadım. bundan sonra salaklığım yine devreye giriyor. lakin martının seni stalklayıp, bulup, konuşacağı aklımın ucundan bile geçmedi. muhtemelen bana bi güzel sövmüştür. bilmiyorum. huh. özünde yapıcı bir karakterin ister istemez sürekli herşeyi yıkıp yok etmesi kadar acı bir şey yok. kaldıramıyorum artık hiçbir şeyi. hayatıma bir ölü gibi devam etmeyi düşünüyorum. ben bir ölüyüm. yaşayan, hastalıklı bir ölü. "yes. i'm falling. how much longer until i hit the ground? i can't tell you why i'm breaking down. do you wonder why i prefer to be alone? how i really lost control?......." ......... ....... .... ... .. . 'dead end' sonuç : kız asla bu yazıya cevap vermedi. bende o günden sonra kız işlerini bıraktım, kariyere yöneldim. mutluyum. dipsos: evet, değişik isim fetişim var.
    ... diğer entiriler ...