bugün
yenile

    şehitlik piyangosu

    19
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Arkadaşlar yazacaklarım özel harekatçı olmak kitabından alıntıdır. Alıntı yapmak için izin aldım.Modlardanda ricam bir kusurum varsa görmezden gelmeleridir. Arkadaşlara da bu kitap tavsiyemdir. Hem güzel anılar içeriyor hemde satılan her kitabın geliri ''epöhder'' tarafından şehit aileleri için kullanılmaktadır. En azından şehit ailelerine yardım için alın. Ayrıca ara ara bu başlığıda uplamayı düşünüyorum. Kitap fiyatı : 20 tl - pahalı fiyat değil arkadaşlar. kitabı alacağınız adres Ve mümkünse eşe, dosta almalarını tavsiye edin. Şunu da söylemeden geçemeyecem. Kitapta öyle anılar var ki ; bazen gülmekten kırılıyosunuz( gülmek dediğim öyle tebessüm felan değil haa...ben bildiğiniz kahkaha attım ) , bazen kendinizi aşk hikayesinin içinde buluyosunuz , bazen elinizde silah operasyonun içinde acaba nerden bir hain çıkacak diye dağlarda geziyosunuz , bazen bütün dünyanın intikamını almışcasına rahatlıyorsunuz , bazende hırsınızla sağa sola sataşmak istiyor , yardım edemediğiniz insanlara üzülüyorsunuz. Neyse lafı fazla uzatmayıp özel harekatçı abimizin anısını okuyalım... Şehitlik piyangosu.... 29.07.1993 Kahramanmaraşta özel harekat şubesi'nde görev yapmaktaydım. Şubede öğle yemeği sırası bekliyorduk. Acaba bugün menüde ne var, diye düşünürken şube müdürümüzün , " arkadaşlar asker nurhak'ta terörisle temas sağlamış ,bizden de bir tim istiyolar," sözü beynimizdeki yemek düşüncesini söküp atmıştı. Gidecek timin hangisi olduğu belli değildi. Hazırda bulunan üç timde bu göreve talip olduğundan arada çıkan anlaşmazlığı gidermek için şube müdürümüz "önce hazırlanan timi göndereceğim" diyince telaşlı bir hazırlık başlamıştı. Bu şehitlik piyangosu için adeta birbirleriyle yarışıyodu timler. Bizim tim en erken hazırlandığı için şehitlik piyangosuna katılanlardan biride bendim. Tüm tüfek ve tesisatlarımızla hazırdık. Tim amirimiz başkomiser muhammet zengin polat'ın eşliğinde otobüsümüze bindik , şubemize on dakika uzaklıkta olan aksu jandarma bölük komutanlığına gittik. Burada bizim için hazırlanmış iki helikoptere onar kişilik gruplar halinde bindik. Helikopterler bizi nurhak'ta komutanın bulunduğu bir tepeye indirdiler. Bölge komutanı kudret cengiz paşa ile başkomiserimizin görüşmesi sonucunda çatışmanın yaklaşık iki buçuk kilometre yüksekteki zirvede olduğunu öğrendik. Başkomiserimiz çatışmada bulunmak istiyordu. "Komutanım bizi zirveye daha yakın bir yere göndermeniz mümkün mü? Çünkü biz oraya gidene kadar epey zaman kaybedebiliriz" dedi. Komutan " bu durum helikopterler için riskli olabilir" diyerek başkomiserimizin isteğini geri çevirdi. Bunun üzerine var gücümüzle zirveye tırmanmaya başladık. Zirvenin yarısına geldiğimizde sıcak hava nedeniyle çok terlemiş ve boğazımız kurumuştu. Bir anda "baba" diye hitap ettiğimiz başkomiserimizin matarası gözüme ilişti; arkasından , "baba boğazım kurudu , yutkunamıyorum şu mataranı ver de boğazımı ıslatayım," diye seslendim. Başkomiserimiz bir ayağını taşın üzerine koymuş vaziyette bana dönerek " oğlum sen özel harekatçı değilmisin , suyunu neden yanına almadın? Kim isterse istesin suyumu paylaşmam. Burada ne kadar kalacağımız belli değil," diyince, "tamam baba verme, ben yukarıda şehit olayımda her gece karabasan gibi rüyana gireyim," dedim. Başkomiserimiz hiç istifini bozmadan "evlat allah o mertebeyi kime nasip eder belli olmaz," dedi. Tekrar ilerlemeye başladık. Zirveye çıktığımızda orada bulunan hamdi üsteğmen ile bir görüşme yaptık. Teröristlerin etrafının çevrildiğini, şu anki konumumuzla onlara yedi yüz veya sekiz yüz metre mesafede olduğumuzu öğrendik. Tim olarak teröristlerin üzerlerine gitmeye karar verdik. İlerlemeye başladığımızda başkomiserimiz, ben ve ahmet sadak arkadaşım , geride kalan on yedi arkadaşımızdan iki yüz metre kadar uzaklaşmıştık. Ahmet bana dönerek " erol, timden kopuyoruz , baba'yı biraz yavaşlatmanın çağresini bulalım." Dedi. Başkomiserimize, " baba biraz yavaş ilerleyelim, arkadamızdaki arkadaşlarla mesafemiz açıldı," diyince , başkomiserimizden, "oğlum arkadaşlar bize yetişirler, eğer seri hareket etmezsek bu vatan hainlerini elimizden kaçırabiliriz," yanıtını aldım. O sırada elli-altmış metre ileride bir kayanın arkasından bir terörist bize ateş etti. Ateşe ateşle karşılık verdik. Terörist bulunduğu mevziye saklanarak telsizle muharebe yapmaya başladı. Bu arada ilk görüşme yaptığımız jandarma komutanı telsiz muharebesini zirvenin aşağı kısmında dinlemekteydi. Terörist tedirginliğini şöyle dile getiriyordu. " zirve zirve ben nehir duyuyorsan cevap ver. Teslim olmam gerekiuor. Teslim olmazsam kontragerilla beni vuracak. Konuşmayı duyan jandarma komutanı bu muharebe sonucunda bize ateşkes emri verdi. Ve telsizden teröriste şöyle seslendi; "nehir ben bölge komutanı. Teslim ol. Kılına zarar gelmeyecek." Nehir lütfedip çağrıya cevap vermediği gibi yandaşlarının yanına doğru geri çekilmeye başladı. Başkomiserimiz komutana, " komutanım bu adam kaçıyor izin ver alalım" demesine rağmen , komutan ateşkesi yeniledi, nehir'e çağrı yapmaya devam etti. Bu çağrıyada cevap gelmeyince bize tekrar ilerleme emri geldi. Ateş ederek ve sıçrama yaparak ilerlemeye başladık. Büyük bir kayın ağacının altına gelmiştik. O an iki yüz meyre kadar uzakta, bir mevzinin içinde üç terörist gördüm. Heycanla, " baba, baba; bak adamlar karşımızda , hemen karşıdaki taşların içindeler." Diye bağırarak hırsla ateş etmeye başladım. Teröristler mevzinin içine saklandılar. Başkomiserimiz m16 tip silahı ile tek tek atılş yaparken arkadaşım ahmet de fn ile seri atış yapmaya başladı. O an içimde farkı bir güven oluşmuştu. Bende onların atışından istifade ederek launcer (bomba atar) silahımla teröristlerin mevzisine doğru dizüstü doğruldum. Nişangahı iki yüz metreye ayarlayarak ilk bombayı attım. Bomba teröristlerin mevzisinin arkasına düştü. Nişangahımı bu sefer yüz elli metreye ayarladım. Bir atış daha yaptım, buda teröristlerin mevzisinin önüne düşünce yüz yetmiş metreye yaptığım atışta mevziye isabet sağladım. Mevzideki üç teröristten biri sağa, biri sola sıçrama yaptılar. Bunun üzerine başkomserim, "çocuklar bana ateşle destek sağlayın, ben şu karşıdaki kayalığa gisiyorum," dedi ve biz ateş desteği sağlarken kayalığın dibine girdi. Daha sonra aynı şeyi ahmet yaptı. Bizden kopan timin geri kalanı geldiğinde ben de bir sıçrama yaparak onların yanına gittim. Kayalığın arkasına mevzilenince, "baba, bir tanesi mevzinin içinde kaldı, diğer ikisi sağa, sola sıçrama yaptılar," dedim. "Gördüm aslanım, bir tanesi kaldı eline sağlık," diye yanıtladı. Beş-on dakika ne bir mermi sesi duyuldu ne de bir konuşma oldu. Herkes, her şey susmuştu. Ne olmuştu ya da ne olacaktı? Sırtımı verdiğim kayadan tepenin alt taraflarını görüyordum. Bizim timin diğer unsurları sıçramalarla bize doğru hilal biçimde geliyorlardı. En aşağıda ise askeri unsurlar birer kurşun asker gibi görünüyordu. Askerin bir kilometre kadar önünde ve yukarısındaydık. Başkomserim telsizle askeri unsurlar ile irtibatlanmaya çalışıyor bizim önümüzde ki hemen hemen yüz metre kadar ileriden başlayan bir boyunla geçilebilen iki kara tepenin çevresinin sarılmasını istiyordu. "Bunlar akşama kadar o tepeleri arkadan çeviremezler başkomserim," dedim baba'ya. Kafamı hafif kaldırıp mevzi aldığım kaya aralığıdan terörist unsurların çekildiği fundalık boyuna doğru bakınırken, " o zaman kaçırırız aslanım," dedi bana bakıp gülümseyerek. "Sok kafanı içeri," diye bağırdı başkomser, kaçacağı çekileceği yere çekildi, şimdi gözlüyor. Çıkarıp durma kafanı, yersin mermiyi. Başkomser doğru söylüyordu ama ben de merak ediyordum. Az önceki kısa çatışmada bu fundalık boyunda girip gitmişti kovaladıklarımız. Kuşkusuz keskin nişancılar şimdi peşlerinden gelenleri gözlüyor olmalıydı. Ama böyle hiçbir şey yapmadan da duramazdık. Havanın kararmasına çok zaman kalmamıştı. Bu arada başkomserim telsizle hiç önümüzdeki boyunun değişik noktalarına havan destek atışı yapılmasını istiyor ancak bir türlü istenilen atış yapılmıyordu. Bulunduğum mevziden kalçamın üstünde yan yan kayarak başkomiser'in dibine kadar sokuldum ve diğer tarafana geçip fışkırmış bir çalı öbeğinin arasından karşıyı gözlemeye koyuldum. Tek bir fişek patlamıyor ve hiç bir hareket algılanmıyordu. Zaman da , hayat da , her şey durmuştu sanki. Başkomiserim az sonra aynen benim gibi kalçası üzerinde kayarak yanıma geldi. Bana bakıp gülümseyerek hücum yeleğinin arka cebinden bir kutu kola çıkardı. " aç bakalım şunu tedbirsiz komando, boğazın iyice kurumuştur; aç da içelim. Sırıtarak aldım kolayı. Baba böyleydi işte. Su vermemiş çıkarken şakayla karışık fırça da atmıştı. Şimdi de kola ile gönlümü alıyordu. Bir-iki yudum içip ona uzattım kutuyu. "Suyu kasıtlı vermedim," dedi. Baba. " dik yokuş çıkıyorduk, daha yolumuz da vardı. İki yudum bile içsen şişer kalırdın. Artık tepenin kabasını aldık, iç içebildiğin kadar. İstersen su da vereyim. "Sağol baba," dedim geri uzattığı kolayı diktim kafaya.iki dakika böylece soluklandıktan sonra ardında gizlendiğim çalının öbür tarafında ki kayalıkların arasına ustaca aktı başkomiser, bende peşinden. Böylece on beş-yirmi metre kadar sağ çapraza çıkabildik. Ardımızdan da aynı yöntemle arkadaşlar geliyordu. Yeni sığıştığımız sert granit kayalığın içinde yüzüstü uzanıp bir aralık bularak baktığım da aksi istikamette ki yamacında , meşe ağaçlarının altında bir mevziden diğerine hızla kaçan birini gördüm. Tüfeğimi doğrultmaya zaman kalmadan silah sesleri başladı. Başkomser de hemen kulağımın dibinde tek tek atıyordu ama peş peşe m16 günlemesi duyuyordum. Olduğu yerde ekseni etrafında yuvarlanıp bir çatal araya girerek dizleri üstüne belki bir metre daha yukarı çıkınca ben de aynen onun gibi , bir elimle kayaları avuçlayarak kendimi yukarı çekmeye çabalarken başkomser'in sesini duydum... "Erol, oğlummm!" Hemen yarım metre kadar üst çaprazımdaydı. Yüzüme sıçak bir ıslaklık çarptı. Sonra başkomser bana doğru yığıldı. " baba, baba!" Diye bağırmışım. Başından giren mermi diğer taraftan çıkmış, mübarek kanı ve beyin parçaları olduğu gibi üstüme bulaşmıştı. Kendimden geçmişim, ağlayamıyorum, başından fışkırır gibi akan kana ellerinle tampon yapmaya çalışıyorum. Başkomserim, babam, hepimizin babası dizlerimin üstünde titriyor, gözleri açık bana bakıyor. Ben bağırıyorum, " baba? Baba! " konuşmuyor Ahmet sürünerek yanıma geldi ve bana sağlam bir tokat vurdu. Sonradan anlattıklarına göre, " allahuekber" diye bağırıyomuşum. Başka silah sesi yoktu. Timin kalanı yetişmiş, şimdi cehennemi bir silah sesi yankılanıyordu boynun üstünde. Arkadaşlarımın hepsi ateş ederken ben de kucağımdaki babaya' bakıyor, başını okşuyor ve sanki hiç tanımadığım birinin sesiyle avaz avaz bağırıyordum. Yavaş yavaş kendime geldiğimde bulunduğumuz kayaya her taraftan sağnak halinde mermi yağıyordu. Ahmet telsizle yüz metre geride ki arkadaşlarımıza, baba'yı kaybettiğimiz haberini verdi. Bizimkiler tarafından üstünüzden binlerce mermi geçmeye başladı. Bu ateş sayesinde bulunduğunuz yerden şehidimizin tüfeğini , tabancasını ve telsizini aldıktan sonra arkadaşlarımızın yanına çekildik. Arkadaşım mustafa sandal'ın yanına oturup silahımı dizlerimin üzerine koyduğumda mustafa m16'ma dikkatlice bakıp dizlerimden aldı ve turucu mandalına basarak şarjörünü çıkardı. Silahımın şarjörü tam ortasından geçen bir mermiyle delinmiş. O anda fark etmemişim muhtemelen başkomserimi vuran nişancı , bir iki tane de bana atmış. Ya şarjöre çarpan mermi hedefi bulamamış ya da yiyecek ekmek içecek suyumuz varmış, diyelim. Ah baba başkomserim, ah! Ben şehit olup senin rüyalarına karabasan gibi giremedim ama hep rüyalarımdasın. Melek gibi gülüşün , "keratalar" deyişin... bir babanın evladına söylediği tüm sözleri sıralayıp kulağımı çekiyor, şamarda atıyorsun rüyalarımda... Unutulmuyor,unutulmuyor vesselam... Nur içinde yat baba.
    4ah ulan dağlar kaç babamızı aldın. yine de son canı vermeden o dağı vermeyiz. - a purple dot 20.02.2017 03:46:46 |#3091601
    ... diğer entiriler ...