bugün
yenile

    asosyal itiraf

    4
    +
    -entiri.verilen_downvote
    aslında, sözlükteki yazarlardan ziyade, şahsımın, kendi içerisinde kabullenmesi gereken gerçekler konusunda yardımcı olacak 3-5 satır bir yazıdan ibaret olacak bu yazım. bazen, çok fazla sustuğumu hissediyorum çünkü. gereksiz bir suskunluk oluyor bu. kumbara gibi hissediyorum kendimi böyle durumlarda. bilirsin, madeni paranın belli bir ağırlığı vardır. tek başına bir şey etmez bu ağırlık, lakin biriktikçe ağırlaşır. kaldırılamaz bir hal alır. karanlık işlerle uğraşan bir organ mafyasının, satmak üzere çaldığı her türlü organın sahibi, eskiden canlı, ancak şu anda kadavra olmaktan ibaret bedenleri dizerek doldurduğu, devletin kayıtlarında gözükmeyen veya gözüktüğü gibi olmayan, gizli birçok odası ve geçidi bulunan, dışarıya açılan, buz gibi soğuklukta açık mavi kapısının altından usul usul kan sızdıran depoya döndü bu beden. artık kulaklarımdan, burun deliklerimden, hücrelerimin arasında bulunan boşluklardan fışkırır oldu leş kokusundan yanaşılmayan karanlığımın gerçek yüzü. maske takmaktan yoruldum artık. bu tek paragraflık hikayenin başlığı bu olacak. bir insan, anonim olarak yakaladığı bir hayat fırsatında, gerçekte içinde bulundurduğu kirli, paslı, kokuşmuş kalbinin atışlarını maskeler. ben de öyleyim. boktan biriyim, oğlum. tam bir yarağım. net bu yahu. öyle olmasam, defalarca aldatılır, salak saçma terk edilir miydim hiç? şımarınca salaklaşıyorum işte. herkes kadar değil ama. herkes, bu kadar şımaramaz. birazcık sevgi gördüğümde, kendini sevdirmek için yere yatıp tatlış tatlış kıpırdaşan köpeğin şirinliğini diz çöküp tövbe ettirecek derecede şımarıyor olduğum gerçeği var elde. bokunu çıkarıyorum, anladın mı? götüm kalkıyor benim. kendimi cidden bi' bok zannedip, zannettiğim bokun şeklini alıyor, yapışıyorum. itin götüne de soksa beni, o sarıldığım kalp, yine umursamadan sarılıyorum. iyi bir şey değil bu. insanları bunaltmaktan başka hiçbir halta yaramıyor. bak, daha başlık olarak belirttiğim cümleyi açıklayacak bir paragraf dahi olmadı burası. neyse... peki, sebebi ne? yani, böyle mal gibi sarılıp bırakmamamın işte. çok merak ederdim. sonra, hatırı sayılır bir arkadaşa anlatırken fark ettim. ben, kendi kendine, durduk yere, "puding" deyip saçma sapan kikirdeyecek kadar ufacık, loş bile olmayan bir mutluluk ışığı taneciğine muhtaç bir bireyim. hayallerim var benim. belli isimler var. kendimi bildim bileli aşık olduğum bir isim. bu isim uğruna yaşıyor, bu isim uğruna nefes alıyorum. ölüm eşiğinin sınırlarını 2 defa zorladığımda, bir amacım olmadığını fark ettiğim günden sonra bir sebep aradım kendime. buldum la, buldum. sadece şanslı birkaç kişinin duyduğu bir isim oldu hayallerim, hayatım, amacım, nefesim. bu yüzden arar oldum en ufak ışık parıltıcığını. temelde, o 1 isim var işte. aşık oldum. sarıldım... bir erkeğin, aşık olduğu bedenin sıcaklığını, hayali bile olsa ne denli hücrelerinin çekirdeklerine kadar hissedişini bildin mi hiç? sonra, ben bu sıcaklığa aşık oldum işte. hayatımdaki 1 isimden sonra, bu sıcaklık sevdam oldu. her beden, her ruh veremez bu peri masalından kopma cennet kokulu huzurun kaynağını... o isim uğruna yaşamam gerekli, o isim için bir sıcaklığa muhtaç kaldı ruhum. aşık olduğum ruhtaki sıcaklık. elbette, "sıcaklık" kavramı, sarılmaktan ibaret değil. bilirsin, insanoğlu dünyaya çoğalmak için gelmiş bir canlı türü, diğer bütün canlılar gibi. ben de bunlardan biriyim elbette. her beden gibi, doğdum, yaşıyorum, büyüyorum, çoğalacağım ve son nefesimi vereceğim. çoğalma, üreme konusu canlıdan canlılara fark ediyor. birçok canlı one-night stand takılıyorken, biz, insanlar tek eşlilik taraftarıyız. elbette kanı bozuklar da var, artık hangi hayvana çekmişseler. her insanın içten içe gizlice arzuladığı gibi, tek bir kadını istiyorum hayatımda. bir çift kolun bedenimi sarmasını, bir ruhun varlığımın en derin ücralarına dokunmasını, saçlarımın sevilmesini, yanaklarımın okşanmasını, bedenimin sevildiği kadar sevişmesini, gözyaşlarımın dökülmeye başladığı anda bir çift dudak tarafından öpülerek kurutulmasını, ölümümden hemen önce o ele tutunmayı, ölmeye 3-5 yıl kalmışken baş başa bir şömine başında anıları canlandırmayı, günümüz sanat eserlerini ters düz edecek, "sanat" kavramının anlamını değiştirecek kadar bir şaheser olan bir kadını yaşamayı istiyor sol tarafımda atma çabalarına girmiş, her geçen gidiş ve gün ile harabeleşen can tanesi. hani, kaptan soruyor ya, "dinleyip de sustuğum kaçıncı parça bu?" diye. ben de bıktım be kapo, dinleyip de sustuğum kaçıncı parça bu? zira, bir yerden sonra dinlediğim şarkıları dahi unutmaya başladım. haddi, hesabı yok. halbuki, her birine tecavüz edercesine dinleyen, saykoluğu had safhada bir müzik sapığıyım. hoş, benim unutkanlığım çok müzikten değil ya, her zaman böyleyim. son birkaç yıldır kendi doğum günümü dahi unutur oldum. "la harbi, benim dün doğum günümdü?" der oldum kendi kendime. kutlayan da yok la. kim sevecek amına koyim beni? şuna baksana, sakat bir ruhun, bozuk kalbi konuşuyor sanki, atmaya çalışmak yerine. tamam tamam, susuyorum ya, çok şey var daha anlatmak istediğim, ama susuyorum. ha, ama son bir şey. canım yanıyor diye acıma bana diye söyleyeceğim. unutmuşsundur belki. ben, yanar yanar ölürüm. kül olurum. her seferinde daha da zerreleşir kül tanelerim... ama, anka kuşu benim kalbim. o küllerin en soğuk kısmından bir anda öyle bir parlarım, öyle bir canlanırım ki şaşarsın. anka kuşuyum ben. yüceliğimden büyülenirsin. canım yanar, ya da ne bileyim, yanıyor diye acıma bana, benim kalbim hep alev alev. anka kuşuyum ben. panda kıvamında olanından. anladın mı sate? iyi oku burala
    ... diğer entiriler ...